Kantın “Aydınlanma Nedir?” Metni
Metindeki ana fikir: Her insan ergin olmama durumu yaşar, erginlik dönemine ulaştığında kendi aklını kullanabilmelidir (birinci aşama). Kant ergin olamamanın nedenlerini sıralar ve insanın ergin olamama durumundan (bağımlı olma durumundan) nasıl çıkabildiğini anlamaya çalışır.
Metin bir toplumu ergin olamayış durumunda tutan kişilerin kendi kendilerini aydınlatmasına izin verdikleri görüşünü de varsaymaktadır. İlk anda birini zincirle bağlı tutan bir kişinin onu zincirden kurtarmaya izin vermesi pek gerçeğe uygun görünmemektedir. Bu durumda Kant fazla iyimser bir tutum sergilemiyor mu? diye sorulabilir. Ancak, aydınlanma düşüncesinin, ilkelerinin ilk anda yasa dışı yapılamayacağını da unutmamak gerekir. Kant’ın dönemindeki filozoflar, örneğin Voltaire, Montesquieu gibi, yapıtlarını sansürden kurtarmak ya da yapıtlarını gizlice herkese ulaştırmak için ironi (alay) yöntemini çokça kullanmaktaydılar. Tarihte de baskıcı yönetim anlayışının yavaş yavaş yasaklamalarını kısıtlamak ve yurttaşlara kimi özgürlükler tanımak zorunda olduğunu göstermektedir. Bu özgürlüğün biraz geç yerleşmesi durumunda halk son çare olarak şiddete başvurarak onu elde etmeyi bilmiştir. Fransız Devrimi bunun güzel bir örneğidir.
Belirsiz adıl kullanımına genel olarak Devlet ve Kilise gibi erki elde bulunduran siyasal ve dini kurumları belirtmek için başvurulmaktadır. Bu kurumlarda yer alan bireyler iktidarda kalabilmek için ötekileri ergin olamayış durumu içerisinde tutmaktan çıkar sağlamaktadırlar. Burada XVIII. yüzyıl bağlamında konumlanmak gerekmektedir; bu yüzyılda Avrupa’da monarşik kurumlar hala egemen konumdadır ve Kilisenin hala etkin ve önemli bir rolü bulunmaktadır.
Birey iktidarı ellerinde bulunduran dış bariyerleri (engelleri: kurallar, doğmalar, gelenekler, kurumlardır bunlar) yenmek (aşmak) zorundadır. Kanunlar, gelenekler, önyargılar bireyin önüne çok küçük yaşlardan başlayarak konur ve kendi başına yaratmasına, üretmesine engel olan dayatılmış basmakalıp gerçek değer yargılarıdır. Örneğin yasa ve gelenek iktidara bağlı kalmayı söylerler. Bireye dışardan dayatılan bir gerçeklik söz konusudur bu durumda, iktidarın ve gerekliliği konusunda bireyin vardığı bir sonuç söz konusu değildir. Kant bu dogmaları, kuralları, gelenekleri mekanik birer araca benzetir. Mekanik nitelemesi özgür nitelemesinin karşıtıdır. Bir mekanik devinim halindeki parçaların bir düzene konmasından başka bir şey değildir. Bu devinim önceden hazırlanmış, kurulmuş bir düzene göre işler. Hiç bir parça devinimden bağımsız değildir, çünkü devinim öteki parçaların devinimine, son aşamada da mekanizmayı oluşturan kimsenin istencine bağlıdır.
Dogmalar ve kurallar mekanik araçlardır, çünkü birey düşündüğü kuruntusu taşır, oysaki kendisine dayatılan gerçekliklerden yola çıkarak düşünceleri yalnızca yinelemekten başka bir şey yapmaz.
Birey bu durumda geliştikten sonra kullansın diye doğa tarafından kendisine verilen kendi doğal yetilerini yani ussal yeteneklerini kötüye kullanır. Doğru kullanım aklını baskılardan kurtararak özgürce kullanmaya dayanır. Ancak ayaklarında zincir imgesi böyle bir girişimin güçlüğünü ortaya koyar.
Ele alınan metin Aydınlanma yüzyılındaki iyimserliğin ve bu yüzyıldaki baskıcı krallık yönetimlerine ve kilise adamlarına karşı mücadeleye örnek bir metindir. Ancak metin konusunda ikinci bir okuma yaparak, filozofun ve her düşünce adamının bir toplumda oynadığı rol üzerine bir metin olduğu da söylenebilir, yalnızca kendisi yetkindir bahanesiyle ötekinin yerine düşünce adamının düşünce yürütmesi söz konusu değildir. Tersi bir durum halkı yeniden ergin olmayış durumuna getirmek anlamına gelirdi, oysa filozofun ya da düşünürün görevi onu bu durumdan kurtarmaktır. Her bireyi kendi yaptığı gibi yapmaya zorlamak yerine halk bağımsız düşünmeyi öğrenmelidir.
Ele aldığımız metinde geçen şu ifade ne anlatmak istiyor bir bakalım.
"Şu dünyada yalnızca bir kişi vardır ki o da istediğiniz kadar düşünün ama itaat edin diyor"
Ne var ki her yandan «düşünmeyin! aklınızı kullanmayın! » diye bağırıldığını işitiyorum. Subay, «Düşünme, eğitimini yap! », maliyeci «düşünme, vergini öde! », din adamı «düşünme, inan! » diyorlar. (Şu dünyada yalnız bir kişi var ki o da, «istediğiniz kadar ve istediğiniz şeyi düşünün, ama itaat edin! » diyor) .
Her yerde özgürlüğün sınırlanışı var. Peki hangi türde bir sınırlama aydınlanmaya karşıdır, hangisi değildir, ve hangi biçimde bir sınırlama tersine özgürlüğe yararlıdır? Yanıt vereyim: kendi aklının kitle önünde, kamuoyu önünde ve hizmetinde serbestçe ve açık bir biçimde kullanılması her zaman özgürce olmalıdır; ve yalnızca bu tutum insanlara ışık ve aydınlanma getirebilir; buna karşılık aklın özel olarak kullanılışı [der Privatgebrauch], genellikle çok dikkatlice ve dar bir alanda kalacak bir biçimde sınırlandırılabilmiştir ve bu da Aydınlanma için bir engel sayılmaz. Kendi aklını kamu hizmetinde kullanmaktan [der öffentliche Gebrauch], bir kimsenin, örneğin bir bilginin bilgisini ya da düşüncesini yani aklını, onu izleyenlere, okuyanlara yararlı olacak bir biçimde sunmasını anlıyorum. Aklın özel olarak kullanılmasından da kişinin, kendi işi ve memuriyeti çerçevesinde, kendisine emanet edilen topluma ilişkin bir hizmeti ya da belirli bir görevi yerine getirmesi diye anlıyorum.
Bu gibi durumlarda aklı kullanma tartışmasına kuşkusuz izin verilmez, itaat etme kesin emirdir. Fakat kendisini makinenin bir parçası sayan herhangi bir insan, yine kendisini bir topluluğun üyesi, hatta, evrensel uygar bir toplumun üyesi olarak tanıtması durumunda, örneğin bir bilgin sıfatıyla, kendi düşünme yetisine dayanarak yazılarıyla kamuya yönelir; her hal ve durumda aklını kullanır, ama, zamanında edilgin olarak da olsa görev yaptığı durumları ve işleri de zarara uğratmadan yapar bunu. Üstlerinden aldığı bir emir üzerinde, onun yararlılığı ya da yararsızlığına ilişkin olarak akıl yürüten bir subayın tutumu tehlikeli ve zararlıdır, onun ödevi yalnızca itaat etmektir. Fakat eğer bu konuda doğru olmak gerekiyorsa, bir bilgin olarak onun askerlik hizmetinin yanlışları üzerindeki eleştiri ve düşünceleri ve bunları kamu önüne yargılanması için götürmek istemesi yasaklanamaz.
Yine bunun gibi yurttaş, kendisine düşen vergiyi ödeyemezlik edemez; hatta bu gibi vergilere ilişkin yapılan acımasız eleştiriden ve ödememeye yönelik davranışlar, bu uymamaların genelleşebileceği gerekçesiyle cezalandırılabilir. Bununla birlikte bir bilgin olarak aynı vatandaş. kamu önünde vergilerin uygunsuzluğu ve adaletsizliği üzerindeki düşüncelerini açıkça belirttiği zaman asla yurttaşlık yükümlülüklerine karşı gelmiş sayılmaz.
Yine aynı şekilde bir papaz da hizmetinde bulunduğu kilisenin öğretileri ile uygunluk ve uyum içinde işi gereği kilisenin inançlarını cemaatine ve halkına öğretmekle yükümlüdür. Fakat bir din bilgini olarak .o, bu inançları pekâla eleştirebilme özgürlüğüne ve daha fazlasına sahiptir: büyük bir itina ve dikkatle ölçülüp-biçilmiş ve tartılmış düşüncelerini, çok iyi bir biçimde yönlendirilmiş eğilimlerini kamuya iletmek sorumluluğuna sahiptir; bunlar, sözü geçen dinsel öğretilerin yanlış yönleri üzerinde alabileceği gibi, dinin ve kilise işlerinin düzeltilmesine ilişkin de olabilir; ve bunu yaparken de vicdanını rahatsız edecek hiç bir şey söz konusu olamaz. Kilisenin sadık bir hizmetkârı olarak görev ve yükümlülüklerine uygun bir biçimde vaaz verirken o, kendi kişisel kanılarına göre bunu yapmak özgürlüğüne sahip değildir; ama, kendisinin yükümlü olduğu şekilde ve başka bir otorite adına dinsel telkinde bulunmak zorundadır. O şöyle söyleyecektir: Kilisemiz bunları ya da şunları öğretir; işte kullandığı kanıtlar da bunlardır. Cemaati yani dinsel topluluğu için kendisinin bile tam bir inançla bağlı olmadığı din- sel kuralların pratik yaranlarını ve avantajlarını gösterirken o, bunlar içinde saklı bir hakikatin bulunmasının olanaksız olmadığını ve içsel dine karşı çıkan hiç bir şeyin bulunmadığını söylemek durumunda kalır. (Bu gibi dinsel öğretilerde, her durum ve olayda dinin özüne hiç bir şey karşı gelmemiştir, gelemez) . Papaz eğer, bunlardan hiç birini öğretilerde bulamadığını düşünecek olursa, işte o zaman resmi görevlerini vicdanı rahat olarak yürütemeyecek ve görevinden ayrılması gerekecektir. Sonuç olarak din adamının cemaatinin önünde bir eğitimci imiş gibi aklı kullanması yalnızca aklın özel kullanımı olmaktadır, çünkü burada cemaat ne kadar büyük ve kalabalık olursa olsun bir aile toplantısı söz konusudur ve papaz olarak o kişi özgür değildir ve olmamalıdır; çünkü o kendisine dışardan yüklenen bir görev ile bağımlıdır. Buna. karşın, alanının bir bilgini olarak din adamı yazılarıyla halka hitap ederken, dünyaya seslenirken, yani rahip olarak aklını kamu hizmetinde kullanırken, aklın herkes için kullanımının ve kendi adına konuşmanın sınırsız özgürlüğünden yararlanır. Zira halkın ruhani yani tinsel işleriyle ilgileneceklerin kendilerinin de ergin olmamaları gerektiğini sanmâk yakışık almayan ve saçmalıkları sürekli kılan bir saçmalıktır.
Burada aydınlanmanın yani insanın kendi kabahati sonucunda karşı karşıya bulunduğu olgun olmayış ya da kendi sorumluluğu sonucu düştüğü ergin olmayış durumundan kurtuluşunun odâk noktası olarak din konularını belirlemeye çalıştım. Çünkü bilimler ve, sanatlarla ilgili olarak yöneticilerimizin bu konular üzerinde söz sahibi olma ve koruyuculuk yapma .rolü oynamaları çıkarlarına uygun düşmez; ikinci olarak din bakımından ergin olmayış her şeyden daha. çok tehlikeli, zararlı ve onur kırıcıdır. Fakat bilimlerde ve sanatlarda özgürlüğe öncelik. tanıyan bir devlet başkanının düşünme biçimi daha ileri bir yayılım gösterir ve kendi yasası açısından bile vatandaşlarının kendi akıllarını serbestçe ve herkese açık olarak kullanmasına izin vermesinde hiç bir tehlikenin bulunmadığını bilir, herkesin önünde daha iyi bir yasanın yapılması için onların düşüncelerini alır; bu durum yürürlükteki yasanın doğru, içten ve açık bir eleştirisini getirse bile; önümüzde bu türe uygun çak parlak bir örnek vardır, hiç bir yönetici bizim kendisini onurlandırdığımız bu kimseyi şimdiye değin aşamamıştır.
Ama kendisi aydınlanmış, hayaletlerden korkmayan bir yönetici elinde iyi örgütlenmiş ve kalabalık bir orduyu toplumun güvenliğini sağlayabilme için bulundursa da, devletin cesaret edemediği şu sözü söylemek yürekliliğini kendinde bulabilir: “İstediğiniz ,kadar ve istediğiniz konular üzerinde düşünün, ama itaat edin!
Bu durum ise insansal konularla ilgili olması nedeniyle karşımıza tuhaf ve umulmadık bir durum olarak , çıkar, tıpkı herşeyin hemen hemen paradoksal olduğunu geniş anlamda aldığımızda buna benzer bir sonuca varmamız gibi bir şeydir bu. Yüksek düzeye ulaşmış bir toplum özgürlüğüdür kuşkusuz halkın zihinsel özgürlüğü yanında bir önceliği vardır ve onun önüne aşamayacağı sınırlar koyar: Buna karşın toplum özgürlüğünün daha aşağı bir düzeyde olması demek, onun zihin özgürlüğüne kendi gücünü gösterebilmesi için yeteri kadar yer sağlaması demektir. Doğa bir defalığına. sert kabuğu altındaki tohumu özgürlüğüne kavuşturmuş, bütün yumuşaklığı ile onu kollamış, yani özgür düşünmeye yönelik bir eğilim ve hizmet sonunda giderek halkın zihniyetine, onda yerleşmiş bulunan inançlara tepki göstermiş ve yavaş yavaş özgür eyleyebilme aşamasına, gelmiştir. Bu durum yani özgür düşünme ve eyleme, yönetimlerin yani hükümetlerin ilkelerini de etkileyecek ve kendilerine göre insanı kullanarak onu sömürebilecekleri ya da ondan yararlanabilecekleri düşüncesi, makineden fazla bir şey olan insanın’ insansal onuruna uygun davranma düşüncesine dönüşecektir.
Yorumlar
Yorum Gönder