SAUSSURE’ÜN DİL ANLAYIŞINDA YAPTIĞI DÖNÜŞÜM VE ETKİLENENLER
Saussure’ün dil anlayışında önemli nokta, Saussure’ün
dil bilimini insan bilimi içinde tanımlıyor olması. Saussure için genel bir
psikoloji var iki dala ayrılyor: Sosyal psikoloji ve
Psikoloji(bireysel).Saussure aynı zamanda “dil ile söz” arasında ayrım
yapar.Burada dilin kendisi ile o dilin konuşma ediminin birbirinden ayrı
olduğunu aynı zamanda birbirine bağlı olduğunu düşünüyor.Dil ile söz arasındaki
farklardan şu şekilde bahsediyor:
Saussure’ü diğer
dil bilimcilerden ayıran en önemli özellik onun “yapısalcı” biryaklaşıma sahip
olmasıdır. Saussure’ü anlamak, onun yapısalcılığını anlamaktan geçer. Örneğin
saat, en nihayetinde bir yapı, akrepten, yelkovandan, çarklardan
oluşur.Bunların her biri bağımsız birer parçadır. Bu parçaların hepsi bütüne hizmet
eder örneğin zembereği tek başına alırsak bir şey ifade etmez, işlevleri
bütünün içindedir.Bütünün kendisinden varlık kazanırlar. kendi öz varlıkları
önem taşımaz; önemli olan sistem içindeki işlevleri, birbirleriyle olan
bağlantılarıdır. Böylece, Saussure, dilbilimi, “dili, kendi kendine yeterli ve
bağımsız bir sistem olarak inceleyen bilim” olarak belirler.
Saussure’den önceki dil bilimciler, önce dilin
birimlerinden yani parçalarından söz ediyorlardı. Kelimelerin her birinin
bağımsız anlamları vardır. Dil, iletişim dediğimiz şey bu kelimelerin bir araya
gelmesidir. Bu anlamda dil bilimi “Diakronik” Diakronik anlayışta, bu bağımsız
kelimelerin anlamları tarihsel süreçte
nasıl ortaya çıktığını araştırırlar Saussure bu yaklaşımı “Diakronik yaklaşım” olarak , kendi yaklaşımını da “Senkronik yaklaşım” olarak tanımlıyor.
Diakronik
yaklaşıma göre diyelim ki tabak ve sandalye kelimesi bağımsız ve her biri dış
dünyadaki bir nesneye işaret eder. Tabak-yemek yediğimiz bir kap, sandalye-ayaklardan oluşan oturak.
Saussure bu iki temel kabule karşı çıkıyor. Kendi senkronik yaklaşımına göre
kelimeler somut şeylere işaret etmiyor, ikincsi kelimeler dilden bağımsız
olarak var değiller. Buradan hareketle göstergenin iki yönü var: Birinci yönü
“kelime”(sesten oluşur)-Gösteren, gösterenin işaret ettiği şey (yeni kavram
boyutu)- Gösterilen
Bu noktadan
sonra Saussure’ü diğer Lingustik yaklaşımlardan ayıran asıl nokta- Gösterilen,
gösterenin işaret ettiği somut varlık değildir. Yani Sausure’de gösterilen
işaret ettiği şey değil onun bendeki kavramıdır(kitabın zihnimdeki yeri) O
zaman dilin dilbilimi olarak gösterge, gösteren ve gösterilenden oluşuyor.
Saussure diyor
ki: Kartezyen öznenin kavramsal dilsel olarak uzandığı noktasıdır.(burada dünya
öznenin tasarımı olarak karşımıza çıkıyor. Buradan Saussure’ün dil anlayışının
son model olduğunu anlamaktayız.
Jacgues-Marie Emile Lacan, Saussure ile
dili aynı noktada tanımlamaktadır. Lacan’da Saussure gibi dil bilimini insan
bilimi ile bağdaştırarak aktarmaya çalışır. “Bilinç dışı dil gibi
yapılanmıştır”. Lacan bu cümlesiyle aslında dili “yapısalcı dilbilim’in” açıkladığı
haliyle açıklamaktadır.Yani dil bir göstergeler sistemidir dışsal bir gönderimi
yoktur. Lacan bunu psikanalize uyguladığında vardığı sonuç, Bilinç dışı'nın
tıpkı Dil gibi kendine özgü bir yapı ya da sistem olduğudur. Bilinç dışının dış
dünya ile özsel bir bağlantısı yoktur, anlam ayrımlarını kendi iç-ögeleri ile
belirleyen bir çeşit göstergeler dizgesi söz konusudur burada. Althusser'in
belirtmiş olduğu gibi, "Lacan, dilsel gösterge ile
psikanalizin simgesi'ni aynı şeyler olarak düşünmektedir".
Yapısalcılığın
çıkış noktası olarak kesin bir tarih belirtilmemekle birlikte, dil bilimci
Ferdinand de Saussure’ün dilin yapısı ve çözümlenmesine yönelik çalışmaları
başlangıç olarak kabul edilebilir. Terminolojik olarak kökenini yapı
kavramından alan, parçaların bir araya gelmesiyle bütünü ifade eden bu düşünce
akımının en önemli kurucusu
Levi-Strauss’dur. Levi-Strauss,
dilbilimci Ferdinand de Saussure’ün dilbilim çalışmalarını antropoloji
disiplinine uyarlayarak mit, hediye alış verişi, inanç biçimleri, akrabalık…
gibi kültüre ait özelliklerden elde ettiği verileri toplulukların
çözümlenmesinde kullanmıştır.
Saussure,
bütünsel bir yapıyı yansıtan kültür ve ürünlerini karşıtlıkları çerçevesinde
incelemiştir. Saussure ‘e göre dil ve dile anlam veren, onu somut olarak hayata
geçiren dil ve söz arasında belirgin bir karşıtlık ve ayrımın olmasıdır. Bu
sözler veya öğeler karşılıklı ilişki içinde belirli bir dilsel yapıya bağlıdır
ve bu yapı dizge kavramı olarak açıklanır. Ona göre, dilsel yapıyı oluşturan
başat durum, somut sözlerin gerisinde kalan soyut bir yapının varlığıdır;
önemli olan da bu soyut yapının ortaya çıkarılmasıdır. Bu noktada, dilin
temelinde yer alan sözcüklere yüklenen anlamlar, aynı zamanda onların eşzamanlı
bir dizge içinde zıtlıklar ve ayrımlar bağıntısını oluşturmasını sağlar. Bu
anlayış içinde, zihnimizde tasarladığımız pek çok nesne ve olay dilin yapısı içinde oluşmakta
ve bu şekliyle, sosyal kültürel yapı ve ona ait kurumlarda zihnin bilinçdışı
yapısının, yani dilin bir ürünü olmaktadır Saussure, dil/söz ve
gösteren/gösterilen karşıtlığı yanında, dizge/özge, ses/anlam,
özdeşlik/karşıtlık, eşsüremli/artsüremli…gibi olguları irdeleyerek dilin
yapısal özelliklerini farklı karşıtlıklar içinde analiz ederek onlara kültürel
anlamlar yükler.
Levi-Strauss ise
diğer düşünürlerin aksine, yapısalcılık yaklaşımına farklı bir anlayış
getirerek bu kuramı antropolojiye uyarlamış ve bu konuda dil biliminin ve
psikanalizin uygulamalarından faydalanmıştır. Zamanla dil ve psikanaliz
arasındaki çok yönlü işlerlik ve bu iki unsuru kullanabilme ölçütü yapısalcı
anlayışın odak noktasını oluşturmuştur
Roland Barthes, yapısalcılığı
edebiyat alanında kullanan, aynı zamanda post-yapısalcılığı da içinde
değerlendiren edebiyat eleştirmenidir. Barthes, edebiyat gibi diğer sosyal,
kültürel fenomenlerini de dil sistemi içinde değerlendirmeye tabi tutar. Dil,
Barthes’ta tekil insanı aşan kendi başına bir yazardır. Göstergebilimsel
bağlamda, ideolojileri, kapitalizmi ve burjuva kültürünü inceleyen Barthes’a
göre, bu alanlarda gösteren ile gösterilen arasındaki ilişkinin kültürel
fenomenlerde mit ya da söylencenin analiziyle ortaya çıktığı söylenebilir. Ona
göre, söylenen şeylerin yanında, bu söylenenlerin nasıl söylendiği, ifade
edildiği de önemlidir. Barthes’ın düşüncesinde, postmodernite açısından da, en
önemli nokta yorumların varlığıdır. Bu
bağlamda dil ve yorumlayan okur metnin anlamını belirlemede dinamik olandır.
Bir bakıma burada, her metin, okur tarafından okuma sürecinde, okuma zamanı ve
bağlamında, anlamsal olarak yeniden yazılmaktadır diyebiliriz. Yazarın niyeti
ya da metnin temel anlamı gibi tek bir anlam ya da çıkarılacak mesaj yoktur,
zira yazar ölmüştür. Yazarın ölümü, özgür okurun doğuşuna, dolayısıyla yorum
çeşitliliğine yol açmıştır. Neticede Barthes’ın yoruma açtığı kapının,
postmodern kültürün de eleştirdiği bilimsellik/nesnellik yada otoriter üst ve
tek anlatı/bilgi/anlam alanlarına karşı çıkmada bir yol olduğunu söyleyebiliriz.
Saussure’un dili, göstergeler
sistemidir (gösteren ve gösterilen den oluşmaktadır). Bu sistem, dil yapısının
temeli olduğundan özne ancak bu dil imkânları içerisinde anlam
yakalayabilmektedir. Yapısal durum bu açıdan öznenin varlığını dilin gramerine
bağlar. Anlamlar dilsel gösterge sisteminin içerisinden çıkmakta olup, öznenin
yapacağı iş, bu anlamları oluşturan sistemi kavramaktır. Nitekim özne ya da
birey, dilsel bir mekâna doğduğu andan itibaren dünyayı anlamak için yine bu
dilden hareket etmek zorunda kalır, bu yüzden öznenin öncelikli işi, kendisini
bulduğu bu dilsel mekânın işleyişini öğrenmektir.
Kültürel veya
toplumsal olayların yapısal bir zemin üzerinde anlam oluşturduğunu savunan
yapısalcı sosyal teori, her toplumsal veya bireysel deneyimi anlamak için bu
yapıya bakmak gerektiğini ileri sürer. Bu bağlamda yapısalcılığı toplumsal
alanı okuma için kullanan ya da bunu sosyal teori olarak kuran ve
yapısalcılığın bir bilim olduğunu belirten Fransız antropolog
Levi-Strauss’tur. Levi-Strauss’a göre yapısalcılık, “değişmez olanın ya da yüzeysel farklılıklar arasındaki değişmez
öğelerin araştırılması’dır”. Aslında bu noktada tüm toplumlarda var olan
toplumsal kurumlar, buna örnek gösterilebilir. Aile, din/mit ve eğitim (yani
dil) gibi sosyal kurumların ya da yapıların tüm toplumlarda varlığı evrensel
insanın özelliğini yakalamada örnek gösterilebilir. Son kertede,
Levi-Strauss’un yapısalcılığı, değişik kültür ortamlarına rağmen insanoğlunun
Ortak evrensel bir yapı özelliği bulma girişimidir diyebiliriz..
Ayşegül, Y.(1995). Yapısalcılık ve Bir Uygulama, Ankara: Gündoğan Yayınları.
Levi-Strauss, C. (1996). Yaban Düşünce, (Çev: T. Yüksel), İstanbul: Yapı Kredi Yayın. Levi-Strauss, C. (1986). Mit ve Anlam,(Çev: Ş. Süer ve S. Erkanlı), İstanbul: Alan Yayıncılık.
Birkiye, A. (1984). Yapısalcılığın Eleştirisine Doğru, İstanbul: Varlık Yayınevi.
Saussure de Ferdinand. Genel Dilbilim Dersleri. Çev.: Berke Vardar. İstanbul: Multilingual Yayınları, 1998.
Yorumlar
Yorum Gönder