Uzun yüzyıllar boyu temel ilkelerini değiştirmeden
varlığını sürdürmüş olan Stoacılık usçu, maddeci, heptanrıcı bir felsefedir.
Okulun kurucusu Kitionlu (Kıbrıslı) Zenon’dur.
Atina’da Stoa Poikile denilen revaklı bir galeride dersler veren Zenon
felsefeyi
“tanrısal
ve insani şeylerin bilimi”
olarak tanımlıyordu. Onun öğrencisi Assoslu
Kleanthes eski bir boksördü, geceleri bahçeleri sulayarak ekmeğini kazanırdı.
Zenon’dan sonra okulun başına geçti.
Onun ardılı Soloili Khrysippos’dur. Onun ölümüyle
Eski Stoa dönemi kapanır. Orta Stoa’nın iki önemli filozofu vardır: Rodoslu
Panaitios ve Apameialı (Suriyeli) Poseidonios. Asıl önemli olan İmparatorluk
Stoasıdır. Bu dönemin iki büyük filozofu vardır: Hieropolisli (Frigyalı) köle
Epiktetos ve Roma imparatoru Antoninus Augustus Marcus Aurelius.
Stoacılar felsefeyi mantık, fizik ve ahlak olmak
üzere üçe ayırdılar. Herakleitos gibi onlar da değişimin temeline belirleyici
bir güç olarak Logos’u koydular ve gene onun gibi Ateş’i ilk ilke saydılar ve
tanrı olarak gördüler.
Evrenin dışında hiçbir varlık alanı kabul etmeyen
Stoacılara göre doğanın bir parçası olan insan evrensel ustan yani Logos’tan
pay almaktadır. Onlara göre en uygun yaşam doğanın gereklerine göre sürdürülen
yaşamdır. Buna göre bu filozofların hemen tümü doğanın buyruğunu dinleyerek
intihar etmişlerdir. Onlar dünyanın pırıltılarına ve zenginliklerine önem
vermeyen kimselerdir. Epiktetos
“Hem
kendi ruhunla hem dış dünya nesneleriyle ilgilenemezsin” der.
Marcus Aurelius da doğanın insana ancak
kaldırabileceği kadar yük yüklediğini söyler. Ona göre insan tam anlamında
mutlu bir yaşam sürebilir:
“Her
zaman tam tamına mutlu yaşamak. Ruhumuz bunun için kendinde güç bulabilir,
yeter ki ilgisiz şeyler karşısında ilgisiz kalabilsin.”
Stoa Okulu’nun benimsediği düşünce çığırının
temelini yaşamı yönlendiren bilgi, bilgiye dayanarak doğaya uygun yaşama
oluşturur. insanı, bütün eylem ve davranışlarına egemen olan bir us ve istencin
taşıyıcısı olarak gören bu okula göre yaşamda örnek alınacak tek varlık
doğadır. Doğaya uygun yaşamak için de kesin ve kuşkudan uzak bilginin
kazanılması gerekir. Bu tür bilgi us ölçülerine uyan bilgece bilgidir, (episteme).
Yaşamın bütünlüğü, düzeni ancak bilgi ile eylem birliğine dayanır. Çünkü bilgi
bir süs değil, yönlendirici, düzenleyici, yaşamı aydınlatın ışıktır.
Stoa öğretisine göre insan ahlak bakımından yetkin
olmalıdır. Bu yetkinliğin örnek insanı bilgedir. Bilge erdemli, düşünceleriyle
davranışları arasında us ilkelerine uygun bir tutarlılık bulunan,bütün
eylemlerinde doğruluğu, dengeyi, iyi ve güzeli kılavuz edinen kimsedir. O,
kazandığı bilgece bilgi nedeniyle, doğanın uyulması gereken evrensel yasalarını,
bireyler için gerekli olan davranış kurallarını, doğayı inceleyerek öğrenir.
Zenon’un birer görüş olarak öne sürdüğü bu davranış öğeleri, ardılları
Kleanthes ve Khrysippos gibi filozofların elinde, yeni içeriklerle, gelişmiş,
daha geniş kapsamlı bir öğretinin doğmasına olanak sağlamıştır.
Ahlak felsefesi alanındaki fikirleriyle Hristiyan
felsefesini etkileyen Stoa okulu, doğanın kendi yasaları içinde bir işleyişe
sahip olduğunu ileri sürmektedir. İnsan da doğanın bu işleyişin etki alanında
bulunan bir parçasıdır.
Stoacı görüşe göre insan, kendi dışında gelişen
olayları değiştirebilme gücüne sahip değildir. Fakat doğa karşısında özgür
olamayan insan, bu kısıtlanmışlığa karşın iyiyi seçme özgürlüğüne ve yeteneğine
sahiptir. Stoa anlayışına göre mutluluğa ulaşmak da insanın iyiyi seçebilme
özgürlüğüne binaen, iyinin seçilmesiyle gerçekleşebilir. İnsan yaşamında iyi
olarak adlandırılacak olan şeyler de erdem ve erdeme bağlı olarak şekillenecek
olan erdem yüklü davranışlar olacaktır. Bu bakış açısıyla, kötü olarak
tanımlanan şey ise içinde erdem barındırmayan her türlü davranıştır.
Davranışlarımızın erdem bakımından uygunluğunu belirleyeniradeye sahibiz.
Stoa düşüncesi, insanları bir ayrıma tabi tutmaz.
Onlara göre alt-üst tabaka insanı, zengin-fakir insan vb. hiçbir biçimde
insanlar arasında eşitsizlik mevcut olamaz. Stoacı düşünde bu ayrımın
olmadığını gösteren en iyi örnek ise Stoa okulunun bünyesinde Marcus Aurelius
gibi bir imparator filozofun (Marcus Aurelius, MS 161-180 Roma İmparatorudur)
ve Epiktetos gibi bir köle filozofları bulunmasıdır. Bu eşitsizlik-ayrıksızlık
olumlu ve güzel şeylere sebebiyet vermektedir günümüz açısından değerlendirecek
olursak, iyi yerlere gelmenin bazı öncelikleri var, ne yazık ki öncelik azim,
çalışkanlık,öğrenmek, bilmek değil; geniş çevreye sahip olmak, maddi gelir
seviyesinin yükseklerde olması, çalışmak istediğimiz kurumda tanıdıkların
olması vb. Etkenler gnümüzde ön plana çıkmakta. Görüyoruz ki bundan yüzyıllar
önce bile öncelik para, mevki değil erdem imiş.
Erdem, Stoacı etik anlayışına göre biricik iyidir
çünkü yalnızca doğaya uygun olan iyidir, insan için de doğaya uygun olan, akla
uygun olan eylemdir. İnsan için en önemli erdem bilgeliktir. Bilgelik ise
insanın kendisini doğanın ayrılmaz bir parçası olarak görmesiyle ve doğanın
seyrine ayak uydurmasıyla elde edilir. İnsan kendisini dünyanın gidişinden
sıyırıp ayıramadığına göre, yapılacak en iyi iş dünyanın gidişini olduğu gibi
benimsemektir; olup biten her şeyi, tam bir tevekkülle zorunlu ve yararlı kabul
etmektir. Nitekim Marcus Aurelius,
“Mutluluğunuz
düşüncelerinize bağlıdır”
demişti; sonradan azad
edilmiş bir köle olan Epiktetos ise
“İnsanlar
olaylar yüzünden değil, o olaylar hakkındaki düşünceleri yüzünden rahatsız
olur”
diyordu.Benim iki
seçeneğim var ya bulunduğum durum hakkında şikayetvari söylemlerde bulunup
kendimi mutsuz edeceğim ya da bulunduğum durum hakkında sakinliğimi
koruyarak istediğim durum yerine, belki
de bulunduğum durum benim için daha hayırlıdır şeklinde düşünerek mutlu
olacağım. Burada zihnimizin ne kadar yüce olduğunu, zihnimizin gücünü
görmekteyiz, aslında insanlar ya da olaylar değil bizi mutsuz eden biziz. Bu
demek değildir ki; bizi mutsuz eden biz isek verdiğimiz kararların pişmanlığını
mı duymaıyız? Hayır işin bu kısmı birazcık Pollyannacılık oynamak gibi her
durumda iyiyi ve güzeli düşünüp kendimizi mutlu edebiliriz bu bizim irademizde.
Mutluluğu olaylarda veya kişilerde değil kendi içimizde aramalıyız. Stoacı
ahlak anlayışının tutumu da bize bunu gösteriyor.Gerçekten de doğanın akışına
müdahale etmeye kalkışmak, birtakım sonuçları değiştirmeye çalışmak boşuna
olduğu gibi, yanlış olup insanı mutsuzluğa sevk eder. Fakat insan doğal düzene
boyun eğerse, dünyanın gidişini olduğu gibi benimserse, kendisini gereksiz
sıkıntı ve tedirginliklerden kurtarır. Bilgelik vuku bulan her şeyi kalben
onaylamayı öğrenmekte ve böylelikle de haz ve tutkular karşısında olduğu kadar,
acı ve engellenme duyguları karşısında da özgür olabilmektedir.
Başka bir deyişle, insan için yapılması gereken şey,
insan açısından istikrarsızlık ve dengesizlik kaynağı olan akıldışı veya akla
uygun olmayan duygular, tutkular karşısında, bağımsızlığını kazanmaktır. Bu
bağımsızlığa giden yol ise bilgelikten geçer. İnsan kendisini bu olumsuz
duygulardan kurtarabilirse ya da Stoacıların apathia adını vermiş oldukları
duygusuzluk haline ulaşabilirse, bilge insana özgü olan dinginlik, huzur ve
mutluluğa kavuşabilir. Zira yalnızca bilge insan rolünün ne olduğunu bilebilir.
Başka bir deyişle, insanın rasyonel olarak düzenlenmiş bir evrendeki durumu,
Stoacılara göre insana birtakım ödevler yükleyip, onu ahlaken ve nesnel olarak
iyi olanı seçmeye zorlar. Doğru eylemi seçmek erdemi meydana getirir ve kişiyi
mutluluğa götürür. Erdemsizlik ise doğa yasasına karşıt, doğanın seyrine aykırı
düşen eylemleri seçmekten oluşur. Stoacılara göre, şu halde, dünyada önem
taşıyan, mutlak olarak iyi olan tek bir şey vardır: Erdem. Erdemsizlik ise
gerçekten kötü olan tek şeydir. Bu iki uç arasında da insanın istek, arzu ve
nefretinin nesnesi olabilecek, hayat ve ölüm, sağlık ve hastalık, haz ve acı,
güzellik ve çirkinlik, zenginlik ve fakirlik gibi çok sayıda şey bulunur.
Bunların hiçbiri kendi içinde veya kendi başına iyi ya da kötü olmayıp, hepsi
de insanın ahlaken kayıtsız kalması gereken şeylerdir.
Epiktetos’a göre, insanın elinde olmayan şeylerin
bir kısmı doğrudan doğruya kadere, Tanrıya bağlıdır. İnsanın Tanrıdan gelen
şeylere katlanmak için yaratıldığını söyleyen Epiktetos’un bu anlayışına göre,
insan bir dramdaki aktöre benzer. Dünya ve dünyanın tarihiyle ilgili bu dramda,
insan yalnızca bir oyuncudur. Oyuncu oynayacağı rolü seçemez, dekora, oyunun
kendisine etkide bulunamaz. Tanrı ya da akıl ilkesidir ki her insanın bu tarih
içinde ne olacağını belirler. Dünya sahnesinde, bir tiyatro eserindeki oyuncuya
benzeyen insan, hiçbir etkide bulunamayacağı şeyler karşısında kayıtsız kalmak
durumundadır. Onun kontrol edebileceği tek bir şey vardır: Kendi tavrı ve
tutkuları. O, bir başkasına daha iyi bir rol verildiği için kıskançlık
duymamalı, makyajı yapan burnunu çirkin gösterdiği için kendisini aşağılanmış
hissetmemelidir. Yani, insan kendisine ne verilmişse onunla yetinmeli, erişemeyeceği,
sahip olamayacağı şeyler için açlık, kıskançlık duymamalıdır. Bütün bu duygular
onu mutsuz kılar. Öyleyse, yapılması gereken şey, akla uygun olmayan duygular,
tutkular karşısında, kişinin güçlü olması, bağımsızlığını kazanmasıdır.
Epiktetos da insan yaşamının nihai amacının bir apathia, dışsal ve arızi hiçbir şeyden etkilenmeme, bir içsel huzur hali olduğunu söyledi. Bu iç huzuru sağlamaya yönelik bütün çabalar, ona göre ancak insanın isteklerini yok etmesi veya etkisiz kılması ile amacına ulaşabilir. Onun istek ve arzularla anlatmak istediği ise zorunlu fiziki ihtiyaçların karşılanması yönünde bir istek değildir. Bu yüzden, o dünyadan el etek çekmeyi önermez; tam tersine, o isteklerden vazgeçmeyle, insanın doğasına yani aklına uygun bir hayat yaşamasını anlatmak ister. Bu, insanın akla aykırı gelişmelerin temelinde yer alan aşırı isteklerden ve tutkulardan kurtularak duygularını kontrolüne alması, acı ve elem verici duygulara kapılmamasıyla olur. Bunu gerçekleştirecek kişi de bilge ve erdemli insandır. Çünkü erdemli insan, Epiktetos’a göre, bu aşırı istek ve ihtiraslardan kurtulmuş olan kişidir. Ona göre, insanı mutsuz kılan şeyler, dünya malına aşırı tamah ve bunları elden kaçırmaktan dolayı yaşanan kızgınlık ve korkulardır. Bundan ancak bir kabullenme, bir razı olma ve şikâyet etmeme durumuyla, gerçek bir tevekkülle kurtulabiliriz. İdeallerimiz için özgürlüğümüzü satmamak, ahlaki kişiliğimize zarar vermemek gerekir. Bu yolda, insana en önemli rehber, aklın ya da ruhun ilacı olan felsefedir. O, işte bu bağlamda gerçekten de
Yorumlar
Yorum Gönder