Ana içeriğe atla

Kadın Felsefeciler





KADIN FELSEFECİLER



Felsefe Tarihindeki Kadın Filozoflar / Felsefe / Milliyet BlogKadınlar tarih boyunca birçok alanda olduğu gibi felsefe alanında da görmezden gelinmiş; yaptıkları çalışmalar yok sayılmıştır. Orta Çağ boyunca ise bir biçimde bilim ya da düşünce ile uğraşanlar ise cadılık ve büyücülük yapmakla itham edilmişlerdir. Bunun yanı sıra ahlâksızlıkla suçlanarak itibarsızlaştırılmışlardır. Tüm bunlara karşın kadınlar da düşünce alanında eser vermişlerdir.

Batı felsefe geleneğinin gövdesini oluşturan eski felsefecilerin büyük çoğunluğu, kadınların erkeklere göre daha az rasyonel olduğuna inanmaktaydı. Ve kendi rasyonalite ideallerini de, akıllarında erkek özelliklerini ve paradigmalarını tutarak formüle etmişlerdi


Sahip olduğumuz kadınlık ve erkeklik idealleri ve kavramları, egemenliğe ve iktidara dayanan yapılar içinde oluşturulmuştur. Ve erkek-kadın ayrımının kendisi de betimleyici nötr bir sınıflandırma ilkesi olarak değil, bir değer ifadesi olarak kullanılagelmiştir.
Erkeğin üstün tutuluşu, felsefe tarihinde, "düzeni, ışığı ve erkeği yaratan bir iyi ilke vardır; bir de kaosu, karanlığı ve kadını yaratan kötü ilke" dediği aktarılan Pythagoras'a kadar geri götürülebilir. Erkek, kadın olmayandır; rasyonalite ise, dişilliğin aşılması olarak kavranır.
Aristoteles'e göre ruh beden üzerinde, akıl duygu üzerinde, erkek de kadın üzerinde egemendir. Tanrısal ruh ile ilişkili olan Saf Akıl (nous), yalnızca erkeklere özgüdür ve yer yüzündeki herşeyden üstündür.


Dolayısıyla erkeğin zihni, her türlü maddeden daha yüksek ve daha kutsaldır; hatta ideal erkek bedeni olan Apollonien bedenden bile üstündür.
Aristoteles'in jenerik insan tipinden sapmış hilkat garibeleri ("eksik ya da sakat kalmış erkek ceninler") olarak tanımladığı kadınlar, bedensel işlevlerinin "edilgin" ve "duygusal" tutsakları oldukları için zihinsel bakımdan "etkin" ve "rasyonel" olan erkeklerden daha aşağıdırlar.
İnsanlığın gelişmesinin can alıcı dönüm noktalarından biri olan 17. yüzyıl Bilimsel Devrim'inin doğacı filozofları, Aristoteles'i en ağır eleştirilere tutup boş inanca karşı Aristotelesci kozmolojiyi yıktıkları halde, onun kadınların zihinsel eksikliği ve aşağılığı konusundaki görüşlerine pek dokunmadıkları gibi, bu savı "modern" görüşlerle desteklerler.
Bu dönemde de zihin ve akıl yürütme yetisi, erkeklere özgü nitelikler olarak görülür ve doğanın fethedilmesinin yanı sıra bedenin zaptedilmesi hedeflenir.


Dişillik yalnızca norm sayılan erilliğe göre ve onunla ilişki içinde tanımlanır, kendi içinde özerk bir varlık olarak değil! Erkeğin düşünmeyi, aklı, kültürü ve uygarlığı temsil etmesine karşılık kadın, duyguları, bedeni, maddeyi; rasyonel olana karşılık irrasyonel olanı; bilinebilir olana karşılık bilinemez olanı; varlığa karşılık yokluğu temsil eder.
Batı düşüncesinin popüler ya da felsefi birçok versiyonunda, beden bir düşman ya da en azından daha değerli 'aşkın' uğraşlardan kişiyi alıkoyan bir baştan çıkarıcı olarak görülür...
Ne var ki, bir yandan da toplumsal koşullar tarafından ben/özne olması engellenir ve erkeklerin egemen olduğu bir dünyada "ötekiliğe" mahkum edilir. Kadın, tarihin başlangıcından itibaren, doğurgan bedeni ve bunun getirdiği yükler nedeniyle kültür ve uygarlık üretimine katılamamış, gerçek anlamda özne olamamış, bu da onu erkeğin "öteki"si olmaya mahkum etmiştir.
Amaç edinmek ve erdeme dair doğal eğilim sadece erkeklere doğuştan gelmez, tersine aynı şekilde kadınlara da. Bu konu böyle olduğu için neden sadece öncelikli olarak ahlaksal bir yaşamın nasıl olacağı konusunda araştırmak ve düşünmek erkeklere özgü olsun ( ve bu tam da felsefe yapmak demektir) ve neden kadınlara has olmasın ?
Bir kadının, eğer ahlaken iyi olmak istiyorsa, hangi özelliklere sahip olması gerektiğini tam da felsefe öğretmektedir. Örneğin bir kadının ev yönetimini ilgilendiren şeyleri bilmesi ve ev için en uygun olanın ne olduğu konusunda karar verebilmesi gerekir.Kadının öfkesinin üzerinden gelebilmesi ve üzüntülerinin kendisine hakim olabilmesine müsaade etmemelidir. Aslında bir bütün olarak kadının tüm tutkularına hakim olabilmesi gerekmektedir. Felsefi bakış bunu talep etmektedir. Bunları iyi öğrenmiş ve bunlara göre yaşayan birisi, bence, ister erkek olsun ister kadın olsun, insanı insan yapan bütün özellikleri elde etmiştir.
Gerçekten de gerçek eğitim almış bir kadın, eğitim almamış  kadına göre daha cesurdur. Ne ölümden korkar nede yaşamın zorluklarıyla isteksizliğe kapılır. Aynı şekilde çaba göstermekten kaçınmaz ve tembellik peşinde koşmaz. Böyle bir kadın zevkle çalışır gerektiğinde can sıkıcı işlerden de kaçınmaz, öyle ki çocuklarını göğsünde besler, eşine kendi elleriyle hizmet eder.Böyle bir kadın eşine daha yararlı , hem türlerine yol gösterici, kendisini tanıyanlara parlak bir örnek olmaz mı ?
Aynı şekilde erkeklerin üzerlerine düşen görevi ihmal etmelerini ve sadece okumaları gerektiğini söylemiyorum. Zira tıp üzerine konuşup insanlığın sağlığına hizmet etmemek yararsız olduğu gibi, felsefi öğreti de eğer o erdemli insan ruhu yansıtmaz ise değersiz olur.

Yorumlar

Yorum Gönder

Bu blogdaki popüler yayınlar

Saussure'ün Dil Anlayışında Yaptığı Dönüşüm

   SAUSSURE’ÜN   DİL ANLAYIŞINDA YAPTIĞI   DÖNÜŞÜM VE ETKİLENENLER   Modern yapısal dilbilimin kurucusu ve bu nedenle yapısalcılığın babası sayılan İsviçreli dilbilimci Saussure, 26 Kasım 1857’de Cenevre’de doğdu. Saussure’ın çalışmalarının devrimci niteliği, ölümünden üç yıl sonra, 1916’da bazı eski öğrencilerinin derslerinde   aldıkları notlara dayanan bir kitap yayınlamaları sonucunda ortaya çıkmıştır. Saussure’ın düşünceleri Avrupa dilbiliminin gelişmesine etkisinin yanı sıra, sosyal bilimlerde yaygın bir düşünce akımı olan yapısalcılığın doğmasında da oldukça etkili olmuştur. Saussure’ün dil anlayışında önemli nokta , Saussure’ün dil bilimini insan bilimi içinde tanımlıyor olması. Saussure için genel bir psikoloji var iki dala ayrılyor: Sosyal psikoloji ve Psikoloji(bireysel).Saussure aynı zamanda “dil ile söz” arasında ayrım yapar.Burada dilin kendisi ile o dilin konuşma ediminin birbirinden ayrı olduğunu aynı zamanda birbirine bağlı olduğunu...

STOACI AHLAK FELSEFESİ

Uzun yüzyıllar boyu temel ilkelerini değiştirmeden varlığını sürdürmüş olan Stoacılık usçu, maddeci, heptanrıcı bir felsefedir. Okulun kurucusu Kitionlu (Kıbrıslı) Zenon’dur. Atina’da Stoa Poikile denilen revaklı bir galeride dersler veren Zenon felsefeyi “tanrısal ve insani şeylerin bilimi” olarak tanımlıyordu. Onun öğrencisi Assoslu Kleanthes eski bir boksördü, geceleri bahçeleri sulayarak ekmeğini kazanırdı. Zenon’dan sonra okulun başına geçti. Onun ardılı Soloili Khrysippos’dur. Onun ölümüyle Eski Stoa dönemi kapanır. Orta Stoa’nın iki önemli filozofu vardır: Rodoslu Panaitios ve Apameialı (Suriyeli) Poseidonios. Asıl önemli olan İmparatorluk Stoasıdır. Bu dönemin iki büyük filozofu vardır: Hieropolisli (Frigyalı) köle Epiktetos ve Roma imparatoru Antoninus Augustus Marcus Aurelius. Stoacılar felsefeyi mantık, fizik ve ahlak olmak üzere üçe ayırdılar. Herakleitos gibi onlar da değişimin temeline belirleyici bir güç olarak Logos’u koydular ve gene onun gibi Ateş’i ilk ilk...