“Ölüm olmasaydı, onu icat etmek zorunda kalırdık.”
ÖTENAZİ KAVRAMI’NIN ETİK BAĞLAMDA ANALİZİ
Giriş
Toplumsallığın ve onu
oluşturan kültürün olmazsa olmazı kuşkusuz bu sistemler bütünündeki uyum,
tutarlılık ve sürdürülebilirliktir. Toplumsallığı oluşturan parçaları anlamlı
bir bütün haline getiren, bütünleyen ve koordinasyonunu sağlayan ise
iletişimdir. Bunun yanında bu iletişimin içinde barındırdığı, toplumun
işleyişinin sağlıklılığı, tutarlılığı ve yararlılığı açısından bir toplum
sözleşmesi ve kültürel bir içsel mutabakat olan etik ise iletişimin sağladığı
bütünselliği anlamlı hale getiren, karşılıklı güven, dayanışma, aidiyet ve
kültürü şekillendiren iyi bir davranış ve düşünüş değerlendirmeler bütünüdür.
Etik günümüzde daha önce hiç olmadığı kadar önemli bir unsur olarak pratik
yaşamımıza etmektedir. Kitle iletişim araçları ile birlikte küreselleşen
dünyada toplumsal dinamikler yerelden genele doğru gidilirken aynı zamanda bir
bölünme ve kültürel ayrışma da yaşanmaktadır. Nesillerdir süregelen belli
toplumsal doğrular ve yanlışlar artık modern dünya konjonktüründe etkililiği
tartışılır olmaya başlamış, etik ve ahlak gibi kavramlar ise küreselliğin
etkisi ve toplumların iletişim kurmasıyla kültürün işleyişi bakımından hiç
olmadığı kadar karmaşık ve geçişken hale gelmiştir.
Tek doğrudan
bahsedemeyeceğimiz günümüz dünyasında aynı kavramın geçerliliğini ve
tutarlılığını anlamak artık geçmişteki görece statik yahut tahmin edilebilir
kültürden çok daha karmaşık bir yapı haline gelmiştir. Bu karmaşıklıktan
çekinen, hatadan korkan bireyin maddi manevi davranışsal ve bilişsel inisiyatif
alanı son derece daralmıştır. Günümüzde birey gündelik yaşam pratiklerinin
ötesinde bir anlam arayışına gitmeme eğilimindedir. Bu eğilimin motivasyonu
ister Pierre Bourdieu’nun habitusu gibi yani insanların belirli kültürler veya
alt kültür içerisinde yaşamaları sonucunda zihinlerinde sahip oldukları temel
bilgi stoğu (Palabıyık, 2011) olarak yapısalcı bir yaklaşımla isterse de Jean
Piaget’in özümlemesi gibi işlevselci yaklaşımlarla açıklanmaya çalışılsın,
varlığı kuşku götürmez bir olgudur. Birey seyirciliğini bir hakemlik,
edilgenliğini pasif bir direniş olarak göredursun, kültür endüstrisinin
kurgulanmış doğasında belirlenmiş ve sınırlandırılmış evrende varlığını
yalnızca ontolojik olarak sürdürmektedir. Bu edilgenlikle beraber birey
temeline inemediği olguların neticesinde karar alırken yaşadığı karasızlık hiç
olmadığı kadar belirsizleşmiştir. Muğlaklaşan iyi, doğru, yararlı, önemli ve
önemsizlik olguları ancak bireyin kişisel deneyimleri ve ahlaklılığı ile
çözümlenebilecek bir tutarsızlıklar bütünü halini almıştır. Tıpkı iletişim gibi
etik, bu muğlaklığın giderilmesinde bir kılavuz işlevi görebilir. Birey
kendisini bir özne olarak var etmek, toplumda saygınlık, sevgi gibi sosyal ve
psikolojik istençlerini doyurmak için davranış tutarlılığını ve muhatap
faydalılığını eşzamanlı yürütmesini bilmelidir. Bunun için tahakküm edici değil
yönlendirici bir olguya ihtiyaç duyar.
Denilebilir ki
günümüzde birbirinden bağımsız doktrinler doğrular bütününün çıkmazını aşmak
için hükmedici teoriler yetersiz kalacaktır. Bu yüzden etiği ve unsurlarını bir
teorem değil bir yöntem olarak ele almak geçişkenlik, uyarlanabilirlik ve
esneklik açısından günümüz karmaşık dünyasını çözümleyecek bir unsur olarak
görmek faydalı gözükmektedir. Günümüzde etik neyi yapıp yapmayacağımızı
söylemesi belli sınırlılıklara sebebiyet vereceğinden bunun yerine hangi olay
ve olgulara ne şekilde yaklaşacağımıza dair yöntem önermesinde bulunması son
derece geçişken olan günümüz toplumsal hayatında etiğin daha kapsayıcı bir
kültürel unsur olarak yer edinmesini sağlayabilir. Günümüzde meşruiyet alanında
olup onu aniden bu alan dışına çıkan bazı olay ve olgular, bu geçişkenlik ve
muğlaklığı ortaya koyan örnekler olarak karşımıza çıkmaktadır. Bu muğlaklık
kuşkusuz tarihin her safhasında farklı perspektif, doğrular ve yanlışlar
yaratmıştır. Bu etik anlayış farklılığının günümüzde de tartışmaları halen
devam etmekte olan ötenazi kavramıyla çok iyi açıklanabilecek bir olgudur.
Çünkü ötenazi kültürden kültüre etik yaklaşımlardan ahlak yasalarına birçok
farklı paradigmanın kendine has yorumladığı ve yanlışlık doğruluk atfettiği bir
kavram olarak tartışılmaya hala devem edilmektedir. Etik yasaların
evrenselliğinin, mümkün olup olmadığı, etik yaklaşımların kavramlar üzerindeki
yöntemi ve sorgulayıcılığının anlaşılması açısından her bir etik yaklaşım için
aynı kavramı incelemek uygun görülmektedir. İncelenecek olgu ise günümüzde de
sıkça etik tartışmlara konu olan ötenazi kavramıdır. Bu tek olgu makalede 3
temel etik yaklaşımı olan teleolojik deontolojilk ve meta-etik açısından etik
ve etik dışılık bağlamında incelenecektir. Ayrıca kavramın kendisine ve
sınırılılıklarına vakai veya olgusal bir
bakış ile de inceleme yapılmaya çalışılacaktır.
Etik
Etimolojik köken olarak
kelime Yunanca “ethicos”tan (Altuk, 2016: 1) gelmektedir. “Bir disiplin olarak
etik, neyin iyi neyin kötü olduğunun belirlenmesi ile ilgili ahlaki görev ve
sorumlulukları belirtir.” (Altuk, 2016:1). Denilebilir ki etik, “yanlış-doğru,
iyi-kötü, erdem ve kusur ile davranışları ve davranışların sonuçlarını
değerlendirmeyle ilgilidir.” (Aydın, 2002). Etik, bütünsel bir yapıp etmeler
yargılanması olarak, sözel bir antant olarak görülebilecek olgudur. Bu
yargılamalar çoğu zaman sosyal yaşamın dinamiklerine atıf yapar. Ahlakta genel
geçer sayılacak doğru kavramı kolaylıkla “doxa” olarak yani tahakküm edici
erkler tarafından kendisini evrensel bir “görüş” olarak (Palabıyık, 2011)
gösterebilirken etikte bu söz konusu değildir. Etik genel olarak hipotetik
genel geçer doğruyu, iyiyi arar. Ahlak çoğu zaman evrensellik iddiasında
olmakla birlikte yereldir. Makalede incelenecek konu hasebiyle ahlak, genel
geçerlik sorunu neticesinde tutarlı olarak incelenmesi oldukça güç bir kavram
olduğundan yer almamaktadır. Şeklinde olabilir mi ya da yine anlamadım. Etik
ile ilgili çalışmaların tarihi, 2500 yıl öncesine Eski Yunanlı filozof
Aristo’ya kadar uzanmaktadır…Etik teorideki, son gelişmeler etik teoriyi
fazilet ve dürüstlük odaklı bir teori haline getirmiştir (Akcan 2005, akt.
Altuk, 2006: 2). “Her ahlak felsefesinin araştırdığı ilk ve belki de en önemli
sorulardan biri; “insanın eylemlerini ahlak bakımından değerli ya da değersiz
kılan nedir?” sorusudur…Bu soru karşısında, filozofların iki ana eğilim içinde
oldukları görülmektedir. Bunlar, eylemlerin eyleme temel olan, eylemi ortaya
koyan düşünüşün niteliğine göre değerli olup olmaması veya sonucuna ya da
başarısına göre bir eylemin ahlâk bakımından değerli olup olmamasıdır”.
(Torlak, 2013:3). Bu ayrım bir olgunun etik olup olmadığına dair sonuççuluk ve
niyetlilik açısından incelenmesiyle sonuçlanacak iki temel yaklaşımın farklı
bakış açılarıdır. Daha sonra detaylı olarak incelenmekle birlikte bu iki
teoriden sonuççu olan teoriler daha çok
vaka ile ilgilenen sonuççu olmayan teoriler daha çok olgusal ve ilkesel
genel geçerliliğe atıf yapacak unsurlar olarak belirginleşmektedir.
Yukarıdaki bahsedilen
tanımlamalar belli açılardan benzerlik ve farklılıklar içermektedir. Benzerlik
olarak aranan şeyler hemen hemen aynıdır. Bunlar, iyi, doğru, önemli, önemsiz
gibi kavramların sorgulanmasıdır. Farklılıklar ise yöntemde belirir. Her etik
teorisi iyi ve doğruyu başka şekilde tanımlar. Bu tanımlamaların toplumsal
yaptırımları insanları etkiler ve bu etki bazen geri dönülemez karaların
alınmasında etkili olur. Günümüzde ahlak felsefesi içinde yapılan çalışmalar
genellikle normatif etik, meta-etik ve uygulamalı etik olmak üzere üç
kategoriye ayrılır (Torlak, 2013 :21). Bunlar kategoriler: Teleolojik Etik,
Meta-etik, Deontolojik Etik’tir.
Bu yaklaşımların ayrılıklarının
ve yapıp etmelerdeki önermelerinin farkılığının anlaşılması açısından bugün
etik olup olmadığına dair tartışmaları hala sürmekte olan bir kavram olarak
ötenaziyi örnek alarak, teorilerin ötenaziye kendi açılarından yaklaşımlarını
ele alacağız. Fakat karşılaştırmaya geçmeden önce ötenazinin tanımından,
kavramsal açıklamalarından ve çeşitlerinden bahsetmekte fayda vardır.
Önümüzdeki bölüm bu kavramın tanımlanmasını içermektedir.
Ötenazi
“Ölüm olmasaydı, onu
icat etmek zorunda kalırdık.” Voltaire’nin bu çok bilindik sözü aslında yaşamın
bitişinin insanın davranışsal ve bilişsel varlığına dair bir atıftır. Ötenazi
son zamanlarda disiplinler arası bir tartışmanın odağı haline gelmektedir.
Kavram “bilim ve etiği karşı karşıya getirmekte ve çoğu zaman bilim insanları
arasında hararetli tartışmalar yaşanmaktadır”. (Besiri, 2009:188). Etimolojik
köken olarak antik Yunanca “Eue=güzel” ve “Tanasium=ölüm” köklerinden (Özaltay
2015, akt. Sulu, 2016:553) türeyen Türk Dil Kurumu’na göre “kendi ölümünü
isteme hakkı” (TDK Türkçe Sözlük, 2005) olarak tanımlanan kavram tarihin ilk
dönemlerinden beri insanoğlunun işlevselliğini ve ahlaklılığını sorguladığı bir
kavram olmuştur. Terminolojik olarak kısaca tanımlamak gerekir ise, “ötenazi
tedavisi olmadığına karar verilen ve dayanılmaz acılar çeken hastaların,
ısrarlı ve açıkça belirttikleri iradeleri doğrultusunda veya iradeleri
alınamadığında kanuni mümessillerinin veya mirasçılarının izni ile onların
yararına olmak üzere”. (Glover 1984, akt. Serdaroğlu, 2016). talepte bulunan
kişisin güncel tıbbi metotlar ile görece hissiz yaşamına son verdirmesi
anlamına gelmektedir. Örneğin metodolojik, modern tıbbın ilk temsilcisi olarak
görülen “Hipokrat’ın yazdığına inanılan Hipokrat Yemini’nin özgün metninde yer
alan; “İsteyen hiç kimseye öldürücü bir eczayı ne vereceğim ne de bunu tavsiye
edeceğim’’. (Özaltay 2015, akt. Sulu, 2016:553) diyerek kavrama tıbbi ve meslek
etiği açısından bakış açısını yansıtmıştır. Bunun yanı sıra eski çağlarda bu
görüşün tam tersine vurgu yapanlarda mevcuttu. Örneğin Roma döneminde yaşamış
biri olarak İmparator Augustus birinin çabuk ve ızdırapsız bir şekilde ölmüş
olduğunu duyduğu zaman, tam bu kelimeyi kullanarak (ötenazi), kendisi ve ailesi
adına ötanazi için dua etmekte (Özaltay 2015, akt. Sulu, 2016:553) bu tatlı
ölümü çileci bir yaşama yeğlemektedir.
Günümüzde ise 2 tür
ötenazi hakkı olduğundan söz edebilmekteyiz. Bunlar aktif ve pasif ötenazidir.
“Aktif ötenazi ölümü sağlayan tıbbi yöntemlerin doğrudan doğruya kullanılması…
hastanın hayatı doktor tarafından icrai bir hareketle sona erdirilmesidir.”
(Besiri, 2009: 192) Yani belirli bir medikal destek ile steril bir şekilde
protokoller uygulanarak hastanın yaşamına son verilmesidir. Bir başka tanımda
ise benzer olarak ötenazi “Hekimin derin bir sedasyonu takiben ani ölüm yapacak
nitelikteki ölümcül dozdaki ilacı uygulayarak (enjekte ederek vb.) hastasının
hayatını sonlandırmasıdır.” (Özkara, 2008: 106)
Pasif ötanazi ise,
hareketsiz kalarak ölüm sonucunu meydana getirmektir. Olumsuz bir fiille yahut
geri döndürülemez bir duruma yapılan ötanazidir. Örnek vermek gerekirse beyin
ölümü gerçekleşmiş bir hastanın yaşam destek ünitesinden çıkarılarak yaşamına
son verilmesi gösterilebilir. “Pasif ötanazi hastanın hayatını uzatan
girişimlerin yapılmaması, sonlandırılması veya hareketsiz kalınması sonucunda
hastanın doğal ölümünün sağlanması olarak da tanımlanabilir.” (Özkara, 2008:
106).
Ötenazi ister aktif
ister pasif olsun uygulanışı ve sonuçları itibari ile hukuk, tıp, din, örf,
adet gibi bütünsel bir eleştiri alanının içinde yer alır. Bu makalede ise
ötenazi tartışmasının etik boyutuyla ilgili karşılaştırmalı değerlendirme
yapılacaktır. Bunun sebebi disiplinler arası tartışmanın hangi alanda olursa
olsun kavramın metodolojik yahut uygulanabilirliğinden ziyade etik bağlamda
tartışmalara konu olmasıdır. İster hukuk ister tıp olsun ötenazi hakkındaki
tartışmanın içeriği çoğu zaman etik unsurlarla bağdaşıp bağdaşmadığı
üzerinedir.
Kavramların
Karşılaştırmalı Analizi: Sonuççu (Teleolojik) Etik ve Ötenazi
Sonuççu (teleolojik)
teoriler eylemin bireysel/toplumsal sonuçlarıyla ilgilenen teorilerdir. Bu tür
teoriler “ahlaksal yükümlülüğü, ulaşılacak bir amaç olarak koydukları “iyi” ya
da “arzu edilir” olduğunu ileri sürdükleri ahlaksal olmayan bir değerden
türetirler. Sonuççulara göre bazı şeyler veya durumlar ahlaksal
değerlendirmelerden bağımsız olarak (daha) iyidirler veya (daha) kötüdürler”.
(Torlak, 2013: 22). Örnek vermek gerekirse kişinin fiziksel acılar çekmesi, acı
çekerek ölmesi kötüdür.
Sonuççu teoriler içinde
en önemli yaklaşım faydacılık (utilitarizm) etiğidir. Utilitarizm kamusal fayda
güden yaratılışsal hazla edinilmiş ve hazzı bütünleyen bir etik anlayışı olarak
düşünülebilir. Faydacı sonuççuların en önemli temsilcisi ve utilitarist
felsefesine son hali veren John Stuart Mill, felsefesinin etik amaçlarını iki
temel davranış doktrini ile ortaya koyar: Birincisi, iyinin (summum bonum)
ahlâk felsefesindeki yerini belirlemek; ikincisi ise, bu en yüksek iyinin
doğasını açıklamak. Buna göre Mill yazdığı eserinde (Utilitarizm) felsefesini
şu şekilde açıklar: “kendilerine uyulduğu zaman, mümkün olan en yüksek sayıda
insana, yalnız insana değil, diğer tüm duygulu varlıklara nitelik ve nicelik
bakımından hazca en zengin hayatı sağlayan bir takım kural ve ilkeler” (Mill,
1986). Burada Jeremy Bentham’ın amacının sadece hazza indirgeyen “domuz
felsefesi” yakıştırmalarından ayrı bir faydacılık olduğunun ayrımına varmakta
fayda vardır. Çünkü Mill bu faydacı davranışları 2 başlığa ayırır. Bunlar alt
ve üst hazlardır. Bu hazlar birbirinden farklıdır. Alt hazlar temel
gereksinimlerin karşılanmasıdır. Üst hazlar ise evrensel mutluluk
entelektüelite, sanat edebiyat gibi zevklerdir. Mill’e göre bunlar aynı hazlar
değildir ve burada Mill etiği temel hazlara indirgeyen düşünceye karşı çıkmış
ve faydaya kamusal bir misyon yüklemiştir. Peki ötenazi kavramını Mill’in
hazcılığı ile harmanlarsak ne gibi bir davranışta bulunmamız gereklidir. Mümkün
olan en fazla sayıda insan ve canlı temel prensibi hiç kuşkusuz bir seçim
yapıldığında temel belirleyici unsur olacaktır. Ötenazi talebinde bulunan
(aktif) yahut bulunulan (pasif) kişi için kararlar verilirken bulunan/bulunulan
kişinin karakteri, maddi durumu ve sağlık durumu maksimum fayda amacıyla tek
tek sorgulanmalıdır. Örnek vermek gerekirse sağlıklı bir Nobel Ödülü sahibi tıp
profesörü ile sağlıklı bir okuma yazması olmayan daha önce birçok suça karışmış
ve hala suça meyilli işsiz bir bireyi ele alalım. Utilitar mantığa göre belki
bir toplumun yahut jenerasyonun kaderini ilerde yapabileceği buluşla
değiştirebilecek tıp profesörü için utilitar mantık kesin bir şekilde ötenaziyi
reddedecektir.
Ancak diğer taraftan
bakıldığında kamusal zararı dokunan toplumu ve işsiz olduğu yakın çevresini
rahatsız eden bireyin bu talebine utilitar mantık olumlu bir yanıt
verebilecektir. Örnekte verilen vaka analizinin yanı sıra olgusal olarak da
konuya yaklaşılabilir. Günümüzde tartışılan unsur aktif yahut pasif olarak
ötenazinin uygulanmasının etik olup olmaması ile alakalıdır. Buna göre bir
kişinin isteği dahilinde yaşamına son verdirilmesi fikri toplumu ve diğer tüm
canlıları hem bireysel hem de toplumsal olarak nasıl etki yaratacağına bakmakta
fayda vardır. İntiharla bir bakıma ilintili olan (assisted suicide) (Özkara,
2008 :105) bu kavram ikisinin arasında bir yer tutmaktadır. Peki intihar
toplumsal dinginliğin ve mutluluğun oluşması için faydalı bir unsur mudur? Buna
hem hayır hem de evet demek mümkündür. Psikolojik bir anormal durum sonrasında
verilmiş bir karar ötenazi isteyen bireyin iyileşmesi ile pişman olunacak bir
davranışa dönüşebilir. Öte yandan sağlıklı bir birey tamamen duygusal
çıkmazları dolayısıyla yahut bir hastalık nedeniyle ötenazi talebinde
bulunabilir. Bunun uygulanmaması kişinin acı dolu yavaş ölümüne yahut intihar
etmesiyle sonuçlanabilir. Daha önce de bahsedildiği gibi bir vaka üzerinden
değil bir olgu üzerinden utilitar bir yargıya varmak pek mümkün değil. Bunun
nedeni sonuççu teorilerin daha çok vakalara odaklanmasıdır. Bu yüzden ötenazi
için utilitarizm vaka olarak bakıldığında göreceli bir tutum genel olarak
bakıldığında ise belirsiz bir tutum izlediği söylenebilir.
Sonuççu
Olmayan (Deontolojik) Teoriler
Deontolojinin
Etimolojik kökeni olarak “ödev” anlamına gelen “deon” sözcüğünden gelmektedir
(Torlak, 2013: 23). Bu ödev aynı zamanda bir buyruktur. Çoğu zaman bir yasa
gibi etkililiğe ve bağlayıcılığa sahiptir. Örneğin Kur’an, eski Ahit yahut
Tevrat’taki ahlaki ödevler bunlara örnektir. Deontolojik teorilerde vurgu
eylemin veya eylem türlerinin üzerindedir, onların sonuçları üzerinde değildir.
Deontolojik teoriler doğru / yanlış eylemi, iyi / kötü sonuçlara götüren eylem
olarak tanımlamaz. Bazı eylemler sonuçlarından bağımsız olarak yanlıştır veya
doğrudur (Torlak, 2013: 23). Bu teoriler doğruyu söyleme, sözünü tutma,
ihtiyacı olan bir kişiye yardım etme gibi eylemlerin kendiliğinden doğru
olduğunu, yalan söyleme, sözünü tutmama, hırsızlık yapma gibi eylemlerin ise
kendiliğinden yanlış olduğunu kabul ederler (Yıldız, 2012). Örneğin her ne
sebeple olursa olsun hayvanlara işkence kadına şiddet doğayı tahribat kötüdür.
Önemli deontolojik teorilerin başında Kantçı etik ve ilahi buyruk teorisi
gelmektedir.
Kantçı
Etik ve Ötenazi
Bir diğer sonuççu
olmayan teori ise Kantçı etiktir. Kant ahlakının temel kaygısı ya da amacı,
akla uygun davranmak, aklın sesini dinlemek ve bir ödev olarak kendisini ortaya
koyan ahlaki buyruğa itaat etmektir. Kuşkusuz, bu konuda, “Kant, bize, ‘iyi
niyetli ol gerisini düşünme’ demektedir (Öktem, 2007: 21). Bir başka deyişle
“Kant’a göre bu dünyada kayıtsız şartsız iyi olan bir tek şey vardır ve o da
iyi istemedir…"Bir eylemi doğru yapan şey, o eylemin sonuçlarının iyi
olmasıdır" görüşüne kesin eleştiriler yöneltir. Ona göre, sonuçları, bir
eylemi asla doğru yapmaz. Ahlak yasası bir eylemi gerektiriyorsa, o eylemin
sonucu gökkubbenin çökmesi bile olsa, yapılmalıdır. Ödevimiz, ahlak yasasına
boyun eğmektir. Buradan da anlaşılacağı üzere Kant ahlaklılığı bir buyruk
olarak görür. Onu İlahi buyruk yasasından ayıran ise bu yasaların insan aklı ve
deneyimleriyle ortaya çıkmasının”. (Torlak, 2013: 32). Kant’ın sözünü ettiği
ahlak yasası ise ancak 2 şekilde var olabilir. Bu iki şekil evrensellik yani
genel geçerlik ve kişinin araç olarak kullanılmamasıdır. Yani Kant etik olan
bir doktrinin genel geçerliğine vurgu yapar. Her şartta ve her zamanda ahlaki
olan yapıp etmelerin tutarlılığını önemser. Diğer olmazsa olmaz olarak bireye
araç olarak davranmama ilkesine göre de Kant “Her defasında insanlığa kendi
kişiliğinde olduğu kadar başka herkesin kişiliğinde de sırf araç olarak değil,
aynı zamanda amaç olarak davranacak biçimde eylemde bulun.” (Torlak, 2013: 34).
Kant ahlak ve etiğin metodolojisi ve uygulanabilirliği üzerine yaklaşımını
oluştururken konumuz olan ötenizi ile ilgili fikrin muğlak olduğu
düşünülebilir. Ancak öyle değildir. Kant’ın “ödevler” adı verdiği, kesin zamana
ve uzama göre değişmez olan her koşulda geçerli ve buyurgan birtakım ödevleri
vardır. Bu ödevlerin en önemlisi tam ödevler adını verdiği buyruklardır. Bu
ödevler, her koşul altında yerine getirilmelidir ve onları yerine getirmeyenler
kınanır. Bunlar arasında intihar etmeme (kendine karşı bir ödev), masum
insanları öldürmeme, yalan söylememe, verilen sözden dönmeme gibi (başkalarına
karşı) ödevleri içerir (Torlak, 2013: 23). Tam ödevlerde Kant açık şekilde yaşam
sonlandırma açısından benzerlik gösteren intihar konusunda olumsuz tutum
takınır. Kişinin araçsallığına gönderme yapıldığında da benzer bir sonuç
çıkmaktadır. “Kant’a göre, intihar, ahlaklı bir davranış değildir; çünkü
intihar eden, şahsiyetini bir araç gibi kullanmaktadır. Oysa, ahlaki emir,
ancak kesin ve genel olur. Bu kesinlik ve genelliğin meydana gelebilmesi için
bencilliğin oluşturduğu göreli hedefleri bırakmak, davranışlarımıza mutlak bir
amaç aramak gerekir”. (Erişgil 1997, akt. Öktem, 2007: 16).
Araçsal ve ödev
yaklaşımlarıyla Kant etiğine ötenazi kavramının uymadığı görülmektedir. Bu
kavram da tıpkı ilahi buyruk teorisi gibi buyurgan olduğundan vaka analizi
yapmak faydasız olacaktır. Olgusal olarak Kantçı etiğin ötenazi karşısında
kesin bir karşı tavır içinde olduğundan bahsedilebilir.
İlahi
Buyruk Teorisi ve Ötenazi
İlahi buyruk teorisi isminden de anlaşılacağı
üzere ahlaklılığa tanrısal bir meşruiyetle yaklaşır. Ahlaki doktrinler tanrının
yapıp etmelere karşı buyruklarıdır. Bir eylemin yanlışlanabilirliği yalnız
tanrının buyruklarıyla sınırlandırılmıştır. Dini terimlerle söylersek, farzlar
ahlaksal buyruklardır. Tanrının yasakladığı eylemler de ahlaksal bakımdan
yanlış-dini terimlerle söylersek haram eylemlerdir. Tanrının emretmediği veya
yasaklamadığı eylemler de isteğe bağlı olarak yapılabilecek veya yapılmayacak
eylemlerdir (Torlak, 2013: 23). İlahi buyruk teorisi kutsal kitaplardaki
emirlerin ahlaklılığına kesin olarak uyulmasını salık veren etik yaklaşım
olarak karşımıza çıkar. On Emir kuralları koşulsuz olarak etiktir yani genel
geçerdir. Buradan yola çıkarak vakai ve genel olarak ilahi buyruk teorisine
göre ötenaziye bakarsak burada buyrukların konu ile ilintisine bakmakta fayda
vardır. ilahi buyruk teorisi bireysel olduğu için vaka incelemesi yapmak
utiliter mantığın tersine faydasızdır. Çünkü buyruklar genel geçer ve
kazuistiktir. Yani yere ve zamana ve duruma göre değişkenlik göstermez. Örneğin
Kuran Kur’an’ın, Museviliğin medeni kanunu olan Talmud’un ve Eski Ahit’in hangi
şartlar altında olursa olsun hayatın korunması ilkesine önem vermesi (Sümer,
2016) bu etik yaklaşımda ötenazinin hangi şartlar altında olunursa olunsun etik
dışı bir uygulama olarak görülmesine sebep olmaktadır. Yalnızca ilahi dinler
değil hemen hemen tüm dinlerde Tanrının ilahi düzenine aykırı olma anlamı
taşıyan cinayet gibi ötenazi ve intiharda yasaklanmıştır (Kalkan, 2014: 16).
Dinlerde yaşamın ve insan hayatının kutsallığına vurgu yapılmaktadır. Bu yüzden
Bir can almak bu özel kıymeti ve ruhaniyeti ihlal etmektir. “Bu ister kişinin
kendi canı olsun isterse başkasının ya da herhangi birinin acı ve ıstırap ile
kıvrandığı birinin canı olsun”. (Kalkan, 2014: 16). Buradan çıkarılacak sonuç
bu kavramın dinlerden kaynak alan etik evrensel ilkeler açısından da sıcak
bakılan olgular olmadığıdır (Kalkan, 2014: 25). İlahi buyruk teorisi
buyruklarından anlaşılacağı üzere intihar ve ötenazi kavramlarına vakai ve
olgusal olarak kesin bir şekilde karşı çıkmaktadır. Sonuç olarak tüm dinlerin
yaşam hakkının kutsallığına vurgu yaparak ötenazi karşısında kesin bir olumsuz
tutum yani etik dışı duruş takınmaktadır.
Meta-etik
(Yüksek Etik) ve Ötanazi
“En genel anlamda meta-etik değerler ve
değersel yargıların doğası hakkında sorular soran ve bunlara cevaplar vermeye
çalışan bir felsefe disiplinidir”. (Huemer 2005, Akt. Yıldız, 2012). “Ahlaksal
yargıların statüsü ve metodolojisi üzerinde odaklaşır. "Ödev",
"iyi", "kötü", "doğru", "yanlış" gibi
terimlerin anlamları, ahlaksal yükümlülüğün doğası, ahlaksal doğruların olup
olmadığı, ahlaksal bakımdan doğru veya yanlış olanla ilgili inançlarımızı
akılcı bir biçimde nasıl savunabileceğimizi konu edinir”. (Torlak, 2013:21).
Örneğin ağaç kesmek her ne olursa olsun etik dışı mıdır? Kültür medeniyete
katkı yaparak diğer ağaçların daha uzun ömürlü ve sağlıklı yaşamasını
sağlayacak bilgilerin edinilmesini sağlaması etik dışılığını gidermez mi? Her
ne olursa olsun bir canlıyı araç olarak kullanmak için yaşamına son vermek etik
midir? Et yemek etik midir? Kişisel zevklerimiz için bir canlının yaşamına son
vermek etik açıdan doğru mudur? Evcil hayvanları vejetaryenlik ve vegan
yöntemlerle beslemek hayvanların doğasına aykırı olduğundan bu hayvan için etik
midir? Bu ve bunun gibi birçok olgusal doğru ve yanlışların etikliğini
sorgulayan bir bakış açısı sunar. Meta-etiğin sormuş olduğu bazı temel sorular
mevcuttur: Ahlâkın objektifliğinden ve ahlâkî niteliklerin realitesinden
bahsedilebilir mi? Ahlâkî ilkeler ve doğrular sırf insanların icadı mıdır?
Yoksa onların kaynağı olan, objektif ahlâkî olgu ve nitelikler var mıdır? Varsa
onlar nasıldır? Onlar kendi başlarına bir tür müdür, yoksa onlar doğal
niteliklere indirgenebilir mi? (Yıldız, 2012). Bunun yanında meta-etik
yaklaşımları genellikle göreceli (rölativ) ve doğalcı (natüralist) olmak üzere
iki ana yaklaşım benimsemiştir. Bu yaklaşımlar birbirinden farklı sonuçlara
vaka ve olgusal yaklaşımlara sahip olduğundan bu kavramları ayrı ayrı ötenazik
açıdan incelemek faydalı olacaktır.
Doğalcı
Etik (Natüralist Etik) ve Ötenazi
Doğalcı etik
yaklaşımına göre etik tıpkı bilimsellik gibi ancak doğal olarak var olan yahut
gözlemlenebilen unsurlarda var ise mümkündür. Yaklaşım ahlâkî olguları doğal
olgularla özdeş gördüğünden, ahlâkî değer biçmeler, onların doğal olayların
değerlendirilmesinin ötesinde başka anlamı olmayacak şekilde, doğal dünya
hakkındaki yargılar olacak ve onların bir şeylere atfettiği ahlâkî nitelikler
de doğanın değişik boyutlarından ibaret olacaktır (Yıldız, 2012:4). Burada
doğadan kasıt o sistemin yahut ekosistemin (bu bir insan vücudu yahut bir iklim
de olabilir) doğasına uygun ve devamlılığını sağlayıcı etkilerin etik
sayılmasıdır. Bu
sebeple “İyi”
nesnelerin maddi, biyolojik, psikolojik özellikleri bakımından da
anlaşılabilir. Örneğin, çocukları dövmek kötüdür demek, çocukları dövmek,
çocuğun psikolojik işleyişinde ve çevresini algılamasında sağlıklı olmayan
gelişmelere neden olur anlamına gelir. Burada gözlemle sınırlandırılmış bir
faydacılıktan söz edilmektedir. Etik metafizik bir boyutu olmasa da çoğunlukla
bilişsel bir süreçle ilgilidir. Soyut mirasın bir öğesi olan etik natüralist
yollarla açıklanması oldukça güç ve sınırlı bir kavram olarak kalacaktır. İndirgemeci
olmakla eleştirilen bu tür ötenazi ile ilgili nasıl bir tutum takınacağına
gelirsek belirsiz bir tutum takınıldığından bahsedilebilir. Genel olarak insan
doğasına biyolojik işleyişine son veren bir olgu olan ötenazi etik açıdan
yanlışlanabilir. Fakat bir başka açıdan insan doğaya bağımlı bir canlıdır. Ve
doğadaki diğer unsurlar gibi doğar yaşar ve ölür buna göre doğayı tahrip eden
çevreyi kirleten bir insanın ötenazi talebi doğalcılık bakımından nasıl bir
ahlaki düzleme oturtulabilir. Buna kesin bir yanıt vermek mümkün değildir. Bu
yüzden hem vaka incelemelerinde hem de olgusal yaklaşımlarda natüralist
meta-etiğin ötenaziye karşı kararsız da olmayan belirsiz bir tutum içinde
olduğu söylenebilir.
Göreceli
(Rölativist) Meta-etik ve Ötenazi
Görecelik bir olgu
hakkında kişilerin yahut kurumların geçerlilik geçersizlik önemlilik önemsizlik
açısından yargılamalarının değişkenliğinden bahseden bir kavramdır. Göreceli
ahlak göre ise ahlaksal kurallar ve ilkeler nesnel ve evrensel şeyler değildir;
her ahlaksal yargı kendi başına ne doğrudur ne de yanlıştır (Torlak, 2013:40).
Bir davranışın yahut olgunun ahlaki olup olmaması zamana mekâna kişiye topluma
göre çeşitliktik gösterir. Aynı konu hakkında iki farklı ahlaki görüş içinde
olan iki taraf da kendi içinde tutarlıyla etik bir bakış geliştirmiş olabilir.
Göreceli etik teoriler de kendi içinde ikiye ayrılmaktadır. Bunlar bireysel ve
toplumsal göreliktir. Ötenazi kavramları iki açıdan da ele alınabilecek
olduğundan ayrı ayrı potansiyel ötenazik etkililik çözümlemesi yapmak faydalı
olacaktır.
Bireysel
Görecelik ve Ötenazi
Bireysel öznel
görecelik tüm ahlâkî ilkelerin bireysel kabuller nedeniyle haklı/doğru olduğunu
iddia eden görecelik anlayışına öznel/bireysel görecelik denir. Bu tür
göreceliğe göre ahlâk, bir kültürün ürünü değildir ve nesnel de değildir;
doğrudan doğruya şahsidir (Altunışık, 2018: 264). Bireysel öznel görecelik için
nesnellik ideal bir olgudur. Ancak gerçekte nesnellikten söz etmek mümkün
değildir. Bu yüzden insan kararlarındaki tutarlılık bireysel seçimler ahlakı
göreceli hale sokar. Ötenazi içinse bu tamamen göreceli bir hal alır. İslam
inancına göre intiharın her çeşidi etik dışı olacağından dini hassasiyeti
yüksek biri için ötenazi kabul edilemez olarak görülür ve etik dışıdır. Ancak
aynı ailedeki ateist birey ilahi buyruk teorisinin de bahsettiği doktrinleri
tanımadığı için ona göre fiziksel ve acı çekmek kötülüklerin en büyüğü ise ona
göre ötenazi etik bir düzleme oturabilir. Burada kavram bireysel olduğu için
vaka incelemesi ile çözümlemek zaruridir. Olgusal yaklaşmak mümkün değildir.
Buna göre ötenazi kavramına bireyselci göreceli etik belirsiz olmayan fakat
kararsız bir tutum sergilemektedir.
Toplumsal
Görelilik Etiği ve Ötenazi
Bu yaklaşım göreliliğe bireysel değil
toplumsal yaklaşır. “Ahlâka kültürel farklılıklar zemininde yaklaşanlara göre
değerler, ilahi bir düzen ya da doğal bir modeli değil; belirli bir kültürde
gelişme gösteren ananeler ve tercihleri yansıtır.” (Soccio 2010, Akt.
Altunışık, 2010). “Amerika’da “doğru” kabul edilen bir şeyin Arabistan’da veya
Brezilya’da da “doğru” kabul edilmesi gerekmez.” (Soccio 2010, Akt. Altunışık,
2010)
Etik özünde bir toplum
sözleşmesidir. Toplumdaki bireyler yapıp etmelerinde hukuki yaptırımların
yanında kültürel doğru ve yanlışlara sahiptirler. Örneğin domuz yemek ve şarap
içmek İslam ülkelerinde etik dışı iken Hristiyanlık inancını benimsemiş
toplumlarda gündelik bir olgudur. Hatta şarap Hristiyanlıkta simgesel bir anlam
olduğundan belli zamanlar şarabı tüketmek doğru etik olarak görülebilir. Aynı
şey ötenazi için de geçerlidir. Ötenazinin tartışmalarının bu denli fazla
olmasının nedeni toplumsal görelilikle açıklamak mümkündür. Her ülkenin
toplumsal yapısı adetleri, görenekleri, inançları farklı olduğundan ötenazi
kavramını kesin bir şekilde doğru ya da yanlış olarak belirlemek pek mümkün
görünmemektedir. Toplumsal görecelik buna vurgu yaparak, dönemin ve toplumun
koşullarına uygun olarak bir davranış ve düşünüş etik yahut etik dışı olabilir
demektedir. Bu yaklaşıma göre ötenazi kesin etik yahut etik dışı olarak
düşünülemez. Toplumların ötenazi yahut intihar kavramlarına genel olarak nasıl
yaklaştığına bakmak kavramın ahlaklılığının açıklanmasında temel unsur olarak
görev yapmaktadır. Örneğin hukuk kuralları, etik kurallarla paralel olarak toplumsal
düzeni ve tutarlılığı tertip etmektedir. Bu bağlantıdan yola çıkılarak
ötanazinin uygulanmakta olduğu Hollanda, Belçika, Lüksemburg (Özen, 2010) gibi
ülkelerin etik tabanının ötenazinin uygulanmadığı diğer ülkelere nazaran daha
olumlu bir olgu olarak görüldüğü söylenebilir. Ancak intiharı kesin bir şekilde
yasaklayan İslam coğrafyasında özellikle de şeriatla yönetilen ülkelerde bu
kavramın kesin bir şekilde etik dışı olduğundan bahsedilebilir.
Tüm bu bulgulardan yola
çıkacak olursak görecelik hem bireysel hem de toplumsal olarak ötenazi
kavramına bilinçli bir kararsız tutum sergilemektedir. Ancak bu kararsız tutum
doğalcılıkta bahsedilen belirsiz tutumla karıştırılmamalıdır. Yani göreceli
etik olgusal ve vakai olarak belli şartlarda belli etik ve etik dışı
yaklaşımlar sergileyebilmektedir. Yani belli koşullar altında belli tutarlı
sonuçlar olabileceğine dair bir bakış sunmaktadır. Belirsizlikte bu söz konusu
değildir. Belirsizlik herhangi bir olgu ve vaka karşısında tutumun
anlaşılmazlığına vurgu yapmaktadır.
Sonuç
Ötenazi son yıllarda
tüm dünyada özellikle hukuk, tıp ve etik açıdan tartışmalara konu olmaktadır.
Her ne alanda olursa olsun kavramın etik yönüne atıf yapılarak açıklanmaya
çalışılmaktadır. Çünkü ister tıp ister hukuk alanında olsun yöntem olarak yahut
mevzuat olarak değil etik olarak doğruluğu konusunda çekinceler ortaya
çıkmaktadır. Bu yöntemi uygulayacak teknik ve bilimsel altyapı yahut hukuki
sistem mevcuttur bu yüzden tüm alanlar bu kavramın etik yönünü sorgulamaktadır.
Bu sorgulamanın ne kadar zor olduğu ve uzlaşının en azından genel bir evrensel
bakışın oluşmasının ne denli zor olduğunu belli başlı etik teorilerin kavram
hakkında çoğu zaman taban tabana zıt sonuçlarından çıkarabiliriz. Örneğin
sonuççu yaklaşım olan utilitar etik kavrama karşı vakai olmakla birlikte hem
olumlu hem olumsuz olacak şekilde karasız bir tutum sergilemiştir. Sonuççu
olmayan Kantçı etik ve ilahi buyruk teorisi meşruiyet kaynaklarını ister akıl
ister ilahi unsurlara bağlasın ötenaziye olgusal ve etik dışılık şeklinde
yaklaşmıştır. Meta-etik kavramlarından görecelik ise kendi içerisinde olgusal
ve vakai yaklaşımda bulunarak kararsız tutum sergilemiştir. Son olarak klasik
doğalcılık ise tabloda da görüleceği üzere ötenazi kavramın soyutluğundan ve
doğalcılığın deneyi, gözlemi temel alan metodolojisinden dolayı, olgusal ve
vakai yaklaşımlar dahil olmak üzere etik ve etik dışılık bakışlarının tümünde
belirsiz bir tutum sergilemiştir.
Bununla birlikte
denilebilir ki belli sınırlılıklar kaldırılırsa aynı konu hakkında aynı etik
yaklaşımlarda bile benzeşmeyen bazı bulgulara dahi ulaşabilir. Şüphesiz etik
teorileri bunlarla sınırlı değildir. Erdem etiği, karma etik teoriler, feminist
etik gibi daha birçok etik yaklaşım ötenaziye başka bakışlar kazandırabilir.
Burada yapılmaya çalışılan daha çok belli başlı yaklaşımlardaki etik
anlayışları anlamlandırmaktır. Buradaki asıl amaç etik kavramların yahut
ötenazinin bağlantılarını anlamakla birlikte geçmişten günümüze bir kavram
karşısında tutumlarımızın ne kadar farklılık gösterebileceğini de anlamaktır.
Henüz etikliğini yahut etik dışılığını anlayamadığımız konumlandıramadığımız
olgulara tıpkı ötenazide olduğu gibi kişilerin ve kurumların yaklaşımlarının
potansiyel farklılığı buradan açıkça görünebilir. Günümüzde hala tartışılmakta
olan güncel bir kavram olarak ötenazi, oldukça uygun bir örnek olarak
gözükmekle birlikte bu geçişkenlik ve karmaşılığın daha birçok kavramda
olduğunu bilmekte fayda vardır. Burada altının çizilmesi gereken unsurlardan
birisi bir hakikat arayışından çok kişinin kendi sistematik fikriyatına
kültürüne ve değerlerine uyacak doğrunun kişisin akıl süzgecinden geçirerek
varma sürecinin öneminin anlaşılmasıdır. Görüleceği üzere tamamen iyi ve
doğruyu arayan bir metodoloji için bile yeni bir kavramın yorumlanması
birbiriyle örtüşmeyen sonuçların çıkmasına neden olabilmektedir. Bu yüzden
derinlemesine düşünme, herhangi bir olguyu etraflıca sorgulama öncülünü ve
ardılını tespit etme, bireyin yaşamını şekillendiren şeylerin farkında
olmasının ve kendini gerçekleştirmesin temel koşullarından bazılarıdır. İster
bireysel isterse toplumsal olsun birey bir konu hakkında bir şeyin önemliliği
önemsizliğini anlaması için kendine uygun perspektif geliştirmelidir. Bu yüzden
günümüzde birey kendini en iyi şekilde ifade edebilecek etik algıya sahip
olmalı ve bu anlayışın farkında olmalıdır. Geçişken ve rekabetçi günümüz
dünyasında bireyin kendini gerçekleştirmesi, özne ben olarak var olması için
kendisini ve çevresini mantık çerçevesinde anlamlandırması zaruridir. Ancak hem
kendisini hem toplumu davranışlarını anlamlandıran birey davranışlarında
özgüllüğe kavuşabilmektedir.
Yorumlar
Yorum Gönder