DAVRANIŞLARIN FARKLILIĞI ÜZERİNE
Bu makalede, maddeci(materyalist) ve
deneyci bir ahlak anlayışının örneği olacağı düşüncesiyle, Thomas Hobbes’un
görüşleri için felsefesinin en iyi özeti olan eseri Leviathan esas alınacaktır.
Burada davranışlar sözüyle Hobbes ne
kastetmektedir.Davranış sözüyle,
birbirimize nasıl selam vereceğimiz, veya ağzımızı nasıl yıkayacağımız, veya
başkalarının önünde dişlerimizi nasıl temizleyeceğimiz ve bu gibi diğer görgü
kurallarının emrettiği şeyleri değil;insanların barış ve birlik içinde
yaşamaları ile ilgili nitelikleri kastediyor.Bu anlamda bu dünyadaki
mutluluğun, doyumlu bir kafanın dinginliği olmadığını düşünmeliyiz.Çünkü eski
ahlak felsefecilerinin kitaplarında bahsedilen böyle bir “finus ultimus” nihai amaç, veya “summum bonum” ortak nihai iyilik, diye bir şey yoktur.Ne de
arzuları sona ermiş bir insan, duyuları ve tasavvurları durmuş bir insandan
daha fazla yaşayabilir.Mutluluk bir nesneden diğerine, arzunun devamlı
ilerleyişidir; bir şeyin elde edilmesi bir başka şeye giden yoldur sadece.Bütün
insanların iradi eylemleri eğilimleri, doyumlu bir hayatın sadece elde
edilmesine değil, güvence altına alınmasına yöneliktir; ve, sadece, değişik
insanlardaki duyguların farklılığından ve, kısmen de, her bir insanın istenilen
sonucu yaratan nedenler hakkında sahip olduğu bilgi veya görüşlerin
farklılığından doğan yöntemler bakımından farklılaşırlar.
Bütün insanlardaki durmak bilmez kudret
arzusu. Hobbes böylece, ilk sıraya, bütün insanlarda varolan ve
ancak ölümle sona eren sürekli ve durmak bilmez bir kudret arzusunu
koyuyor.Bunun nedeni, insanın halen elde ettiğinden daha büyük bir hazza ulaşmayı
istemesi; veya ölçülü bir kudretle yetinmemesi değil; iyi yaşamak için halen
sahip olduğu kudret ve imkanları, daha fazlasını elde etmeksizin, güvence
altına alamayacağı gerçeğidir.Hobbes’un bu yorumu günümüzde de geçerliliğini
yitirmemektedir.Etrafımıza bakacak olursak insanların bu doyumsuzluğunu
görmememiz imkansız.Bir öğrenci gelecekte işsiz kalacağı kaygısını taşır,düşük
maaşlı kişi işini maaşından ötürü sevmez küçümser,maaşı iyi olan bir kişi daha
güzel bir ev daha üst model bir araba alma hırsı içerisindedir.Özetle kimse
kendinden kötüyü görüp halinden memnun olmaz herkes daha iyisinin peşinde bu da
insandaki durmak bilmez kudret arzusundan kaynaklanıyor.
Rekabetten
gelen yarışma isteği. Mal mülk, şeref,veya başka bir kudret konusunda rekabet,
yarışmaya, düşmanlığa ve savaşa götürür: çünkü bir rakibin arzusuna ulaşma
yolu, diğerini öldürmek, tabi kılmak, yerinden etmek veya kovmaktır.Özellikle
övgü yarışması, geçmişe saygı gösterilmesine yol açar.Çünkü insanlar ölülerle
değil yaşayanlarla yarışırlar; ölülere gerğinden fazla saygı göstererek,
rakibin başarısını gölgelemeye çalışırlar.Bunu da günümüzde yaşamaktayız liseye
geçiş sınavına hazırlanırken veya üniversite sınavına hazırlanırken yaşadığımız
baskı beraberinde rekabet duygusu gelişiyor rakiplerimizi ezip geçmemiz
gerektiği hissiyatına kapılıyoruz: çünkü kazanacağımız bu sınavın bizi malk
mülk, para, kudret, haysiyete, saygınlığa götüreceğine inanırız bu da
rakiplerimize karşı bizi hırslı kılar.
Boş gururdan boş işler.
Çok yetenekli olduklarını düşünen ve kendilerini yiğit insanlar olarak hayal
etmekten zevk alan kendini beğenmişler sadece gösterişe eğilimlidirler; iş
yapmaya değil: çünkü bir tehlike veya zorluk belirdiğinde, yeteneksizliklerinin
anlaşılmasını engellemeye çalışmaktan başka bir şeyin peşinde olmazlar.
Kendilerini tam olarak tanımaktan gelen sağlam bir güven olmaksızın, başka
insanların iltifatları veya geçmişteki bir işin talihiyle kendilerine değer
biçen bu övüngen kişiler, düşünüp taşınmadan vaadlerde bulunmaya; ve tehlike
veya zorluk yaklaştığında mümkün olursa kaçmaya eğilimlidirler.Çevremizde yine
böyle insanlardan çokça görmekteyiz okulda, iş yerinde, arkadaş ortamında: bu
tarz insanlar kendilerindeki eksikliklerin farkındalardır ama bunu bilinçaltına
iterek kendilerini mükemmel olduklarına inandırırlar ve bazen çevresindeki
insanları da.Hiçbir şeyden anlamıyor olsalar dahi hareketleriyle hep her şeyi
ben bilirim edasıyla dolaşırlar.Çevrelerindeki insanları küçümseyerek
kenilerini üstün konumda tutmaya çalışırlar.
Bilgelik ve incelik işaretlerini bilmemekten
ötürü başkalarına güvenmek. Hitabet, iltifatla birlikte,
insanları ona sahip olanlara güvenmeye götürür; çünkü hitabet bilgelik olarak,
iltifat ise incelik olarak görünür.Bunlara askeri şöhreti de eklediğimizde, insanlar,
bunlara sahip bir kişiye bağlanmaya ve kendilerini ona tabi kılmaya eğilim
gösterirler.İlk ikisi, insanlara, ondan gelecek tehlikelere karşı koruma
sağlarken; diğeri onları başkalarından gelecek tehliklereden korur.Kesinlikle
bu yaşadığımız dönemde de böyledir etrafımızda ince ruhlu, bilge, hitabet
yeteneği kuvvetli, iltifat etmesini bilen kişiler isteriz bu her açıdan
kendimizi güçlü hissettirir.
Anlayış
kıtlığından ötürü başkalarına güvenmek. Sözcüklerin anlamını bilmemek, yani
anlayış kıtlığı, insanı, sadece bilmediği doğruları sorgusuz sualsiz kabul
etmeye değil; aynı zamanda yanlış şeyleri de kabul etmeye yöneltir; hatta,
güvendikleri kişilerin saçmaladıklarını da: çünkü ne yanlış şeyler ne de saçma
şeyler, sözcükleri tam olarak anlamadan, farkedilemez.Özetle yaşadığımız çağın
tüm problemi bu, kimse anlamak için bir
gayret göstermiyor.Çoğunlukla sorgulayıp anlamak yerine, kolaya kaçıp doğru
budur diyip güvenme söz konusu zamanlar değişse bile insan her yerde insan.
Doğayı
bilmemekten ötürü safdililik. Doğal nedenleri bilmemek insanı, safdililiğe, yani, imkansız şeylere inanmaya
yöneltir: çünkü böyle insanlar, imkansızlığın farkına varamadıkları için, bu gibi şeylerin doğru olabileceğinden başka
bir şey bilmezler. Safdililik ise, insanlar sözlerine kulak verilmesini
sevdikleri için, yalan söylemeye götürür: böylece iyi niyetl cehalet , bir
insanı, hem söylenen yalanlara inandırabilir, hem de o insana yalan
söyletebilir; ve bazen de yalanlar icat ettirebilir. Örneğin eskiden çok daha
yaygın olan şimdi ise daha nadir ama yine de devam eden büyü inanışı; insanlar
istedikleri şeye büyü yaptırarak ulaşabildiklerine inanırlar , bunun uğruna
paralar dökereler, ne yazık ki istedikleri şeyden ziyade bela gelir başlarına
ama hala bu durumun imkansızlığına inanmak yerine cehaletin beraberinde
sorgusuzlukta gelince kendilerini kaptırırlar. Bu fal konusunda da böyledir
kahve telvesi’nin geleceğimiz hakkında yorumlar yapması öngörüde bulunmasının
imkansızlığı görmezden gelinip safdililikle hem baktıran kişiyi inandırır, hem
de kendini falcı ilan eden kişi söylediği yalanların gerçekliğine kendini
kaptırır.
Sonuç
Thomas hobbes’un ahlak
felsefesi, genel felsefesinin temeline yerleşmiş ve damarlarıyla filozofun ele
aldığı diğer konuları besleyen birkök gibidir. Hobbes’un temele koyduğu insan
anlayışı ; onun felsefesinde siyasetin, hukukun ve dininde çıkış noktası
olmuştur. Bu sebeple genel planda, modern dönemi etkileyen bir on yedinci
yüzyıl ahlak felsefesi örneği olarak ele aldığımız bu konu, özel planda Hobbes
felsefesinin çekirdeği olması açısından da önem kazanmıştır.
Yorumlar
Yorum Gönder