Ana içeriğe atla

Davranışların Farklılığı Üzerine








 DAVRANIŞLARIN FARKLILIĞI ÜZERİNE

Thomas Hobbes - Stock Image - H408/0316 - Science Photo Library     Modern dönemin temellerinin atıldığı on yedinci yüzyılda, maddeci ve deneyci bir filozof elinde yeni bir ahlak düşüncesi şekillenmiştir.Bu düşünceye göre tıpkı bir madde gibi temel kanunları keşfedilebilir olan insanın her davranışının temelinde, kendini koruma içgüdüsübulunmaktadır.Bu içgüdüyle hareket eden insanlar, devlet olmadığı sürece birbirlerinin kurdu olacaklardır.
    Bu makalede, maddeci(materyalist) ve deneyci bir ahlak anlayışının örneği olacağı düşüncesiyle, Thomas Hobbes’un görüşleri için felsefesinin en iyi özeti olan eseri Leviathan esas alınacaktır.
   Burada davranışlar sözüyle Hobbes ne kastetmektedir.Davranış sözüyle, birbirimize nasıl selam vereceğimiz, veya ağzımızı nasıl yıkayacağımız, veya başkalarının önünde dişlerimizi nasıl temizleyeceğimiz ve bu gibi diğer görgü kurallarının emrettiği şeyleri değil;insanların barış ve birlik içinde yaşamaları ile ilgili nitelikleri kastediyor.Bu anlamda bu dünyadaki mutluluğun, doyumlu bir kafanın dinginliği olmadığını düşünmeliyiz.Çünkü eski ahlak felsefecilerinin kitaplarında bahsedilen böyle bir “finus ultimus” nihai amaç, veya “summum bonum” ortak nihai iyilik, diye bir şey yoktur.Ne de arzuları sona ermiş bir insan, duyuları ve tasavvurları durmuş bir insandan daha fazla yaşayabilir.Mutluluk bir nesneden diğerine, arzunun devamlı ilerleyişidir; bir şeyin elde edilmesi bir başka şeye giden yoldur sadece.Bütün insanların iradi eylemleri eğilimleri, doyumlu bir hayatın sadece elde edilmesine değil, güvence altına alınmasına yöneliktir; ve, sadece, değişik insanlardaki duyguların farklılığından ve, kısmen de, her bir insanın istenilen sonucu yaratan nedenler hakkında sahip olduğu bilgi veya görüşlerin farklılığından doğan yöntemler bakımından farklılaşırlar.
  Bütün insanlardaki durmak bilmez kudret arzusu. Hobbes böylece, ilk sıraya, bütün insanlarda varolan ve ancak ölümle sona eren sürekli ve durmak bilmez bir kudret arzusunu koyuyor.Bunun nedeni, insanın halen elde ettiğinden daha büyük bir hazza ulaşmayı istemesi; veya ölçülü bir kudretle yetinmemesi değil; iyi yaşamak için halen sahip olduğu kudret ve imkanları, daha fazlasını elde etmeksizin, güvence altına alamayacağı gerçeğidir.Hobbes’un bu yorumu günümüzde de geçerliliğini yitirmemektedir.Etrafımıza bakacak olursak insanların bu doyumsuzluğunu görmememiz imkansız.Bir öğrenci gelecekte işsiz kalacağı kaygısını taşır,düşük maaşlı kişi işini maaşından ötürü sevmez küçümser,maaşı iyi olan bir kişi daha güzel bir ev daha üst model bir araba alma hırsı içerisindedir.Özetle kimse kendinden kötüyü görüp halinden memnun olmaz herkes daha iyisinin peşinde bu da insandaki durmak bilmez kudret arzusundan kaynaklanıyor.
   Rekabetten gelen yarışma isteği. Mal mülk, şeref,veya başka bir kudret konusunda rekabet, yarışmaya, düşmanlığa ve savaşa götürür: çünkü bir rakibin arzusuna ulaşma yolu, diğerini öldürmek, tabi kılmak, yerinden etmek veya kovmaktır.Özellikle övgü yarışması, geçmişe saygı gösterilmesine yol açar.Çünkü insanlar ölülerle değil yaşayanlarla yarışırlar; ölülere gerğinden fazla saygı göstererek, rakibin başarısını gölgelemeye çalışırlar.Bunu da günümüzde yaşamaktayız liseye geçiş sınavına hazırlanırken veya üniversite sınavına hazırlanırken yaşadığımız baskı beraberinde rekabet duygusu gelişiyor rakiplerimizi ezip geçmemiz gerektiği hissiyatına kapılıyoruz: çünkü kazanacağımız bu sınavın bizi malk mülk, para, kudret, haysiyete, saygınlığa götüreceğine inanırız bu da rakiplerimize karşı bizi hırslı kılar.
   Boş gururdan boş işler. Çok yetenekli olduklarını düşünen ve kendilerini yiğit insanlar olarak hayal etmekten zevk alan kendini beğenmişler sadece gösterişe eğilimlidirler; iş yapmaya değil: çünkü bir tehlike veya zorluk belirdiğinde, yeteneksizliklerinin anlaşılmasını engellemeye çalışmaktan başka bir şeyin peşinde olmazlar. Kendilerini tam olarak tanımaktan gelen sağlam bir güven olmaksızın, başka insanların iltifatları veya geçmişteki bir işin talihiyle kendilerine değer biçen bu övüngen kişiler, düşünüp taşınmadan vaadlerde bulunmaya; ve tehlike veya zorluk yaklaştığında mümkün olursa kaçmaya eğilimlidirler.Çevremizde yine böyle insanlardan çokça görmekteyiz okulda, iş yerinde, arkadaş ortamında: bu tarz insanlar kendilerindeki eksikliklerin farkındalardır ama bunu bilinçaltına iterek kendilerini mükemmel olduklarına inandırırlar ve bazen çevresindeki insanları da.Hiçbir şeyden anlamıyor olsalar dahi hareketleriyle hep her şeyi ben bilirim edasıyla dolaşırlar.Çevrelerindeki insanları küçümseyerek kenilerini üstün konumda tutmaya çalışırlar.
  Bilgelik ve incelik işaretlerini bilmemekten ötürü başkalarına güvenmek. Hitabet, iltifatla birlikte, insanları ona sahip olanlara güvenmeye götürür; çünkü hitabet bilgelik olarak, iltifat ise incelik olarak görünür.Bunlara askeri şöhreti de eklediğimizde, insanlar, bunlara sahip bir kişiye bağlanmaya ve kendilerini ona tabi kılmaya eğilim gösterirler.İlk ikisi, insanlara, ondan gelecek tehlikelere karşı koruma sağlarken; diğeri onları başkalarından gelecek tehliklereden korur.Kesinlikle bu yaşadığımız dönemde de böyledir etrafımızda ince ruhlu, bilge, hitabet yeteneği kuvvetli, iltifat etmesini bilen kişiler isteriz bu her açıdan kendimizi güçlü hissettirir.                                                                                       
  Anlayış kıtlığından ötürü başkalarına güvenmek. Sözcüklerin anlamını bilmemek, yani anlayış kıtlığı, insanı, sadece bilmediği doğruları sorgusuz sualsiz kabul etmeye değil; aynı zamanda yanlış şeyleri de kabul etmeye yöneltir; hatta, güvendikleri kişilerin saçmaladıklarını da: çünkü ne yanlış şeyler ne de saçma şeyler, sözcükleri tam olarak anlamadan, farkedilemez.Özetle yaşadığımız çağın tüm problemi bu,  kimse anlamak için bir gayret göstermiyor.Çoğunlukla sorgulayıp anlamak yerine, kolaya kaçıp doğru budur diyip güvenme söz konusu zamanlar değişse bile insan her yerde insan.
   Doğayı bilmemekten ötürü safdililik. Doğal nedenleri bilmemek insanı,  safdililiğe, yani, imkansız şeylere inanmaya yöneltir: çünkü böyle insanlar, imkansızlığın farkına varamadıkları için,  bu gibi şeylerin doğru olabileceğinden başka bir şey bilmezler. Safdililik ise, insanlar sözlerine kulak verilmesini sevdikleri için, yalan söylemeye götürür: böylece iyi niyetl cehalet , bir insanı, hem söylenen yalanlara inandırabilir, hem de o insana yalan söyletebilir; ve bazen de yalanlar icat ettirebilir. Örneğin eskiden çok daha yaygın olan şimdi ise daha nadir ama yine de devam eden büyü inanışı; insanlar istedikleri şeye büyü yaptırarak ulaşabildiklerine inanırlar , bunun uğruna paralar dökereler, ne yazık ki istedikleri şeyden ziyade bela gelir başlarına ama hala bu durumun imkansızlığına inanmak yerine cehaletin beraberinde sorgusuzlukta gelince kendilerini kaptırırlar. Bu fal konusunda da böyledir kahve telvesi’nin geleceğimiz hakkında yorumlar yapması öngörüde bulunmasının imkansızlığı görmezden gelinip safdililikle hem baktıran kişiyi inandırır, hem de kendini falcı ilan eden kişi söylediği yalanların gerçekliğine kendini kaptırır.
Sonuç
   Thomas hobbes’un ahlak felsefesi, genel felsefesinin temeline yerleşmiş ve damarlarıyla filozofun ele aldığı diğer konuları besleyen birkök gibidir. Hobbes’un temele koyduğu insan anlayışı ; onun felsefesinde siyasetin, hukukun ve dininde çıkış noktası olmuştur. Bu sebeple genel planda, modern dönemi etkileyen bir on yedinci yüzyıl ahlak felsefesi örneği olarak ele aldığımız bu konu, özel planda Hobbes felsefesinin çekirdeği olması açısından da önem kazanmıştır.



Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

Saussure'ün Dil Anlayışında Yaptığı Dönüşüm

   SAUSSURE’ÜN   DİL ANLAYIŞINDA YAPTIĞI   DÖNÜŞÜM VE ETKİLENENLER   Modern yapısal dilbilimin kurucusu ve bu nedenle yapısalcılığın babası sayılan İsviçreli dilbilimci Saussure, 26 Kasım 1857’de Cenevre’de doğdu. Saussure’ın çalışmalarının devrimci niteliği, ölümünden üç yıl sonra, 1916’da bazı eski öğrencilerinin derslerinde   aldıkları notlara dayanan bir kitap yayınlamaları sonucunda ortaya çıkmıştır. Saussure’ın düşünceleri Avrupa dilbiliminin gelişmesine etkisinin yanı sıra, sosyal bilimlerde yaygın bir düşünce akımı olan yapısalcılığın doğmasında da oldukça etkili olmuştur. Saussure’ün dil anlayışında önemli nokta , Saussure’ün dil bilimini insan bilimi içinde tanımlıyor olması. Saussure için genel bir psikoloji var iki dala ayrılyor: Sosyal psikoloji ve Psikoloji(bireysel).Saussure aynı zamanda “dil ile söz” arasında ayrım yapar.Burada dilin kendisi ile o dilin konuşma ediminin birbirinden ayrı olduğunu aynı zamanda birbirine bağlı olduğunu...

Kadın Felsefeciler

KADIN FELSEFECİLER Kadınlar tarih boyunca birçok alanda olduğu gibi felsefe alanında da görmezden gelinmiş; yaptıkları çalışmalar yok sayılmıştır. Orta Çağ boyunca ise bir biçimde bilim ya da düşünce ile uğraşanlar ise cadılık ve büyücülük yapmakla itham edilmişlerdir. Bunun yanı sıra ahlâksızlıkla suçlanarak itibarsızlaştırılmışlardır.   Tüm bunlara karşın kadınlar da düşünce alanında eser vermişlerdir. Batı felsefe geleneğinin gövdesini oluşturan eski felsefecilerin büyük çoğunluğu, kadınların erkeklere göre daha az rasyonel olduğuna inanmaktaydı. Ve kendi rasyonalite ideallerini de, akıllarında erkek özelliklerini ve paradigmalarını tutarak formüle etmişlerdi Sahip olduğumuz kadınlık ve erkeklik idealleri ve kavramları, egemenliğe ve iktidara dayanan yapılar içinde oluşturulmuştur. Ve erkek-kadın ayrımının kendisi de betimleyici nötr bir sınıflandırma ilkesi olarak değil, bir değer ifadesi olarak kullanılagelmiştir. Erkeğin üstün tutuluşu, felsefe ta...

STOACI AHLAK FELSEFESİ

Uzun yüzyıllar boyu temel ilkelerini değiştirmeden varlığını sürdürmüş olan Stoacılık usçu, maddeci, heptanrıcı bir felsefedir. Okulun kurucusu Kitionlu (Kıbrıslı) Zenon’dur. Atina’da Stoa Poikile denilen revaklı bir galeride dersler veren Zenon felsefeyi “tanrısal ve insani şeylerin bilimi” olarak tanımlıyordu. Onun öğrencisi Assoslu Kleanthes eski bir boksördü, geceleri bahçeleri sulayarak ekmeğini kazanırdı. Zenon’dan sonra okulun başına geçti. Onun ardılı Soloili Khrysippos’dur. Onun ölümüyle Eski Stoa dönemi kapanır. Orta Stoa’nın iki önemli filozofu vardır: Rodoslu Panaitios ve Apameialı (Suriyeli) Poseidonios. Asıl önemli olan İmparatorluk Stoasıdır. Bu dönemin iki büyük filozofu vardır: Hieropolisli (Frigyalı) köle Epiktetos ve Roma imparatoru Antoninus Augustus Marcus Aurelius. Stoacılar felsefeyi mantık, fizik ve ahlak olmak üzere üçe ayırdılar. Herakleitos gibi onlar da değişimin temeline belirleyici bir güç olarak Logos’u koydular ve gene onun gibi Ateş’i ilk ilk...