Ana içeriğe atla

BEYAZ ZAMBAKLAR ÜLKESİ- BAŞKALDIRAN İNSAN


Grigori Petrov - Vikipedi
Beyaz Zambaklar Ülkesi Ve Başkaldıran İnsanlar Kitabından Elde Ettiğimiz Sorulara Bakış

Beyaz zambaklar ülkesi adlı eser toplumsal dayanışmayı Snelman adlı finli bir aydının asker, öğretmen vs. Demeden tüm halkı harekete geçirmesini ve bugünkü fin ülkesinin, kültürü, sanayisi ve eğitimiyle nasıl kurulduğunu anlatmasındaki başarısı ile dikkat çekmektedir bu eseri şu soruları sorarak inceleyelim.
Aydınların bir toplumu biçimlendirmede bir rolü olmalı mıdır? İnsan için aydın yönlendirmesi gereklilik midir, yoksa bir yönlendirme aracı mıdır?
Öncelikle bize birileri yol göstermeye çalışıyorsa kulak vermeliyiz bu illa dinlemeli o kişi veya kişilerin yolundan gitmeliyiz demek değildir, öte yandan birkimseye neye göre kime göre aydın diyebiliriz kişi kendisinin haritasıdır. Etrafımızda bize bir şeyler anlatmak isteyenleri dinlemeli her söyleneni kulak arkası etmemeliyiz ama gözü kapalı bir toplumun çoğu bir kişinin aydın diye peşinden gidiyorsa sorgusuz sualsiz biz de uymak zorundayız diye bir kaaide yok. Yanı sıra herkes kendi varoluşuna sorgulamaya başlarsa zamanla bunun etkileri toplumda farkedilmeye başlar.Bu sorgulama her bireyin içinde esasen kendisiyle ilgilidir neden varım diye sorarsa bir insan kendine zamanla hayat bakışı ve hayatına kattağı anlam değişecektir.
Bu kitaplarda asıl dikkatimizi çeken nokta insanı özünde insan yapan şeyin ne olduğu meselesidir Alber Camus’ta da gördüğümüz gibi insanı insan yapan nokta diğer canlı organizmalarından ayıran nokta “hayır” diyebilmesi ve yanlışa yanlış olduğunu söyleyebilmesidir.
Toplumsal bir düzenden söz edecek olursak bu nasıl mümkün olabilir? Beyaz zambaklar ülkesinde bir aydınlanmış bireyin halkı ayaklandırmasıyla bunun mümkün kılındığını görmekteyiz ama burada Camus’un ne dediğini hatırlayalım insanı insan yapan şey hayır diyebilmesiydi. Öylese toplumsal düzen sağlanıcak diye bir diktatörün aydın sıfatıyla tüm halkı önce toplumsal huzur, düzen diyerek yanına çekmesi ama arada buna itirazı olan ve aynı fikirde olmayan insanların göz ardı edilmesi ve eleştirilerinin kabul edilmeyip kötüye yorulmasıyla tam anlamıyla bir huzurdan söz edemeyiz bütünlüklü bir huzur elde etmek istiyorsak evet önce kendi içimizden başlamalıyız diyemeyeceğim çünkü düşünüp, sorgulayıp toplumsal bir huzurun gerekliliğini düşünen çok az insan elde ederiz bu süreçte elbetteki önce bir aydın yönlendirmesi gereklidir ama bu diktatörlüğe dönüşmemelidir genel hatlarıyla bir huzur, düzeen çerçevesi çizilmesiyle birlikte tek tek bireylerin huzur arayışına dönülebilir.
Peki bu bahsettiğimiz toplum düzeni niçin gereklidir neden huzura ihtiyaç duyarız?Herkesin kendi toplumsal ahlakından, huzurundan sorumlu olması beraberinde kaosu, düzensizliği getirecektir herkes keendi yanlışından sorumlu olursa bugüne dek sorgulamamış, düşünmemiş bireylerin veya doğruyu yanlışı ayırt edemeyen bireyleerin etrafına yayacağı huzursuzluk beraberinde kaosu getirir bunun önlenmesinin tek yolu toplumsal,bütünlüklü huzura ulaşmaktır.
O halde insanlar bir dayanışma gösterebilirlerse daha ve adil bir yaşam için, o zaman küresel çözümler getirebiliriz görüşü son zamanlarda ağır basıyor. Ancak bazı düşünürler de  diyorlar ki bu kontrol ve istisna halinin normalleşmesi durumu insanlık için bir felaket olabilir. Camus burada anlam kazanıyor, dayanışma formu evet ama dayanışma adına acaba kendimizden ve özgürlüğümüzden vazgeçiyor olabilir miyiz?
Kesinlikle evet, yukarıda biraz değinmiştim bu noktaya hayır diyebilmemiz, ufacık bir yanlış bile olsa görmezden gelmeyip yanlış olduğunu dile getirebilmemiz esasen bizi insan yapan şeydir.Bu noktada başkaldırı devreye giriyor sanırım bir noktada insan başkaldırmalı her zaman olaylara objektif bir perspektiften bakabilmeliyiz.
Genel anlamda buradan yine pek çok soru doğuyor 1-Özgürlük nedir? 2-Özgürlük nasıl kazanılır? 3-Özgürlük kendinden çıkmayı gerektirir mi? 4-İnsan ne zaman kendisi olur? 5- İnsanı tanımlayan temel unsur nedir: inanç, vicdan, kimlik... hangisi?
Özgürlük başkalarının sınırlarını ihlal etmeden kendi dilediğimiz şekilde yaşayabilmemiz aslında. Bugün örneğin ben tam anlamıyla bir özgürlükten söz edemiyorum çünkü kısıtlandığımız o kadar çok şey var ki belki sayfalarca konuşabilirim bunun üzerine en basiti “Kadın olmak” maalesef ki başta yaşadığımız coğrafya olmak üzere tüm dünyada kadınlar çok büyük baskı ve kısıtlanma altında bunun yanı sıra erkeklerde de farklı çeşit baskılar mevcut yani bir özgürlükten söz edemiyorum. Özgürlük öyle bir kişinin başkaldırısıyla kazanılamayacak kadar derin aslında ve özgürlük kendimizden çıkmaktan ziyade acaba bir içe bakış olabilir mi tam anlamıyla kendimiz olabildiğimiz bir yaşam tarzı olarak düşünebiliriz. Son olarak ben bir kimseyi tanımak isterken genel hatlarıyla kimliğini öğrenmeye çalışırım bu o kimseyi tanımamı sağlar ama iyi veya kötü bir önyargıda bulunmmamalıyım yanı sıra bir kimsenin inancına bakarak çok iyi veya çok kötü diyemem bir kimsenin vicdanı yine onu insan yapan değerler arasındadır ama tanımlamaya yetmez insan’ın bu noktada ne kadar derin olduğu çok açık tüm bu konuştuklarımız bir arada değerlendirilse bile bir kimseyi tanımlama yetmez temel unsur diyerek sınırlandıramayız.


Yorumlar

Yorum Gönder

Bu blogdaki popüler yayınlar

Saussure'ün Dil Anlayışında Yaptığı Dönüşüm

   SAUSSURE’ÜN   DİL ANLAYIŞINDA YAPTIĞI   DÖNÜŞÜM VE ETKİLENENLER   Modern yapısal dilbilimin kurucusu ve bu nedenle yapısalcılığın babası sayılan İsviçreli dilbilimci Saussure, 26 Kasım 1857’de Cenevre’de doğdu. Saussure’ın çalışmalarının devrimci niteliği, ölümünden üç yıl sonra, 1916’da bazı eski öğrencilerinin derslerinde   aldıkları notlara dayanan bir kitap yayınlamaları sonucunda ortaya çıkmıştır. Saussure’ın düşünceleri Avrupa dilbiliminin gelişmesine etkisinin yanı sıra, sosyal bilimlerde yaygın bir düşünce akımı olan yapısalcılığın doğmasında da oldukça etkili olmuştur. Saussure’ün dil anlayışında önemli nokta , Saussure’ün dil bilimini insan bilimi içinde tanımlıyor olması. Saussure için genel bir psikoloji var iki dala ayrılyor: Sosyal psikoloji ve Psikoloji(bireysel).Saussure aynı zamanda “dil ile söz” arasında ayrım yapar.Burada dilin kendisi ile o dilin konuşma ediminin birbirinden ayrı olduğunu aynı zamanda birbirine bağlı olduğunu...

Kadın Felsefeciler

KADIN FELSEFECİLER Kadınlar tarih boyunca birçok alanda olduğu gibi felsefe alanında da görmezden gelinmiş; yaptıkları çalışmalar yok sayılmıştır. Orta Çağ boyunca ise bir biçimde bilim ya da düşünce ile uğraşanlar ise cadılık ve büyücülük yapmakla itham edilmişlerdir. Bunun yanı sıra ahlâksızlıkla suçlanarak itibarsızlaştırılmışlardır.   Tüm bunlara karşın kadınlar da düşünce alanında eser vermişlerdir. Batı felsefe geleneğinin gövdesini oluşturan eski felsefecilerin büyük çoğunluğu, kadınların erkeklere göre daha az rasyonel olduğuna inanmaktaydı. Ve kendi rasyonalite ideallerini de, akıllarında erkek özelliklerini ve paradigmalarını tutarak formüle etmişlerdi Sahip olduğumuz kadınlık ve erkeklik idealleri ve kavramları, egemenliğe ve iktidara dayanan yapılar içinde oluşturulmuştur. Ve erkek-kadın ayrımının kendisi de betimleyici nötr bir sınıflandırma ilkesi olarak değil, bir değer ifadesi olarak kullanılagelmiştir. Erkeğin üstün tutuluşu, felsefe ta...

STOACI AHLAK FELSEFESİ

Uzun yüzyıllar boyu temel ilkelerini değiştirmeden varlığını sürdürmüş olan Stoacılık usçu, maddeci, heptanrıcı bir felsefedir. Okulun kurucusu Kitionlu (Kıbrıslı) Zenon’dur. Atina’da Stoa Poikile denilen revaklı bir galeride dersler veren Zenon felsefeyi “tanrısal ve insani şeylerin bilimi” olarak tanımlıyordu. Onun öğrencisi Assoslu Kleanthes eski bir boksördü, geceleri bahçeleri sulayarak ekmeğini kazanırdı. Zenon’dan sonra okulun başına geçti. Onun ardılı Soloili Khrysippos’dur. Onun ölümüyle Eski Stoa dönemi kapanır. Orta Stoa’nın iki önemli filozofu vardır: Rodoslu Panaitios ve Apameialı (Suriyeli) Poseidonios. Asıl önemli olan İmparatorluk Stoasıdır. Bu dönemin iki büyük filozofu vardır: Hieropolisli (Frigyalı) köle Epiktetos ve Roma imparatoru Antoninus Augustus Marcus Aurelius. Stoacılar felsefeyi mantık, fizik ve ahlak olmak üzere üçe ayırdılar. Herakleitos gibi onlar da değişimin temeline belirleyici bir güç olarak Logos’u koydular ve gene onun gibi Ateş’i ilk ilk...