Ana içeriğe atla

Albert Camus-Başkaldıran İnsan






Camus'nün doğum günü Paris'te kutlanıyor! - Kültür Sanat Haberleri


“Başkaldıran insan kutsalın öncesinde ya da sonrasında yer alan, bütün yanıtların insansal, yani usa uygun olarak belirlenmiş olduğu bir düzen isteyen insandır.”
Camus’a göre bizi insan yapan süregelen bir şeylere “hayır” diyebilmemiz, yanlışa yanlış olduğunu söyleyebilmemiz, öbür türlü hayvan olarak yaşamaya devam ederiz çünkü düşünebildiğimiz, hayır diyebildiğimiz noktada insanız.Bir hayvan arzularına,ihtiyaçlarına hayır diyemez fakat bizi bu noktada insan yapan ihtiyacımız olduğu halde yanlış bir durum varsa hayır diyebilmemizdir.
“Kimdir başkaldıran insan? Hayır diyen biri. Ama yadsırsa da vazgeçmez; evet diyen bir insandır da, hem de daha ilk deviniminde. Tüm yaşamı boyunca buyruk almış bir köle, birdenbire, yeni bir buyruğu kabul edilmez bulur. Bu “hayır”ın içeriği nedir?”
Camus’a göre “hayır” bir sınırın varlığını ortaya koyar.Bununla birlikte bu sınırın ötesinde korumak istediğimiz değerlere vurgu yapar.Korumak istediğimiz sınırlara müdahale edildiği an buna tepki gösterip “hayır” demek bir şekilde haklılığımızı ortaya koyar çünkü; “her başkaldırı, haksızlığa başkaldırmadır.Başkaldırmanın temelinde yatan şey ise adalet duygusudur.” Başkaldıran insan kendisine haksızlık yapana karşı “ben varım ve benim varoluşumun saygı gösterilmesini istediğim sınırları var.”demektedir. Her başkaldırı kişide bilinç yaratır. Camus’a göre anlamsızlığa da başkaldırmak gerekir.Burada önemli nokta yalnızca insanın yanlışa dur demekle de sınırlı kalmaması gerektiğidir.Yaşadığımız dünyayı, akıp giden zamanı,çevremizdeki insanları, sevdiklerimizi, varoluşumuzu da anlamamız gerekir çünkü Camus’a göre insan olmak böylesine anlamlı, böylesine düşünseldir..
Camus’nün doğaüstü ve tarihsel başkaldırı incelemesi onu olumsuzluğa götürür ve Camus bu tür bir başkaldırıyı reddeder. Ona göre tarihteki başkaldırılar, başkaldırının özünden sapmıştır.Camus’nün öngördüğü başkaldırı absürde ve kötülüğe karşıdır ve insanı intihardan alıkoyar.  Albert Camus’nün eserlerindeki temalar bizi varoluş trajedisine sürüklerken, onun umutsuzluktan çıkardığı yaşama aşkı, bildiği dünya ile düşüncesinin kırılma yaşamasına sebebiyet verir. İşte bu kırılma absürd ya da Türkçe terminolojisi içinden konuşacak olursak uyumsuzluktur. “Bu kırılmanın ya da uyumsuzluğun temeli ise sahip olduğu bilinçtir.”Şöyle anlatıyor Camus bu kırılmayı:
“Ağaçlar arasında bir ağaç, hayvanlar arasında bir kedi olsaydım, bu hayatın bir anlamı olurdu, daha doğrusu bu sorunun hiç anlamı olmazdı, çünkü dünyadan bir parça olurdum. Bu dünya olurdum, oysa şimdi bütün bilincimle, bütün içli-dışlılık gereksinmemle onun karşısındayım. Öylesine önemsiz olan akıl, işte beni her türlü yaratığın karşıtı yapan budur. Bir kalem çizgisiyle yadsıyamam onu. Öyleyse doğru olduğuna inandığımı bırakmamalıyım. Bana alabildiğine açık görüneni, bana karşı bile olsa, tutmalıyım. Bu uyuşmazlığın, dünyam ile düşüncem arasındaki bu kırılmanın temeli bilinçliliğim değil de nedir?” (Camus, 2013:65-66)
Peki bu kırılmanın sonucunda ortaya çıkan absürd ya da uyumsuz kavramı ne anlama gelmektedir?
‘uyumsuz’ sözcüğü, sözlük anlamı ‘usa, mantığa uymayan, abes, saçma, boş, anlamsız’ olan absurde sözcüğünün karşılığı olarak kullanılmıştır.İnsan ya da düşünce sözcüklerinin sıfatı olduğu zaman, insan açısından evrenin mantığa aykırılığını, tutarsızlığını anlamış, her şeyi olduğu gibi gören, bilinçli insan ya da düşünceyi belirtir.  Yani, bir bilinçli olma durumu vardır Camus’nün felsefesinde, dünyanın tutarsızlığını bilir, bunun farkındadır. Aydınlanma düşüncesinin getirdiği akılcılığın, aslında akıldışılığa sebebiyet verdiğini görmüştür yaşadığı çağda. Savaşlar, salgınlar, atom bombaları, makineleşme vb. en sonunda insanın kendine yabancılaşmasına sebebiyet vermiş, bir nevi akıl tutulmaları yaşanmıştır. Yine Ahmet Cevizci’nin bu absürd ya da uyumsuz sözcüğüyle ilgili verdiği bir tanım da şöyledir:
“Saçma (absürd) terimi varoluş felsefelerinde hayatın anlamsızlığı, tutarsızlığı ve amaçsızlığını ifade etmek için kullanılır. Varoluşçuluk söz konusu olduğunda, aslında saçmanın iki ayrı anlamından söz edilebilir. Bu anlamlardan birincisi, insani varoluşun, bir temelin veya nihai amacın yoksunluğunun eseri olan anlamsızlığı ile ilgilidir. Varoluşçuluktaki ikinci anlamıyla saçma (absürd), rasyonel olanın sınırlarını aşan ve anlaşılması ya da kabulü için bütün bir duygu ve ikna gücümüzü gerekli kılan bir durum ya da şey veya olayı ifade eder. Aşkın olanla genellikle eşanlamlı bir biçimde kullanılan saçmanın, oldukça değerli ve derin bir şey olduğu kabul edilir. Saçmanın (absürdün) bu ikinci anlamının doğrudan doğruya aklın mutlak doğrulara erişme iddialarına yönelik varoluşçu eleştiriden çıktığı söylenebilir. Buna göre Sartre ve Camus gibi filozoflar tarafından olduğu kadar Dostoyevski ve Kafka gibi yazarlar tarafından da kullanılan son derece önemli bir tema olarak saçma (absürd) dünyanın insani özlemlere, düzen ve anlam talebine duyarsız kalması sonucunda, insan tarafından yaşanan boşluk ve anlamsızlık hissini ifade eder” (Cevizci, 2010:1349)
Başkaldırma düşüncesinde sınırlı bir özgürlük istemiyle birlikte, herkes için iyilik ve adalet, ölüme ve öldürmeye karşı olma vardır. 1-Özgürlük nedir? 2-Özgürlük nasıl kazanılır? 3-Özgürlük kendinden çıkmayı gerektirir mi? Bu sorular burada karşımıza çıkmakta..
Özgürlük başkalarının sınırlarını ihlal etmeden kendi dilediğimiz şekilde yaşayabilmemiz aslında. Örneğin bugün tam anlamıyla bir özgürlükten söz edemiyorum. Özgürlük öyle bir kişinin başkaldırısıyla kazanılamayacak kadar derin aslında ve özgürlük kendimizden çıkmaktan ziyade acaba bir içe bakış olabilir mi tam anlamıyla kendimiz olabildiğimiz bir yaşam tarzı olarak düşünebiliriz.Öte yandan kendi iç özgürlüğümüz ise bizim elimizde yanlışa dur demeyi bildiğimiz noktada, bize ters gelen şeye başkaldırdığımız zaman iç özgürlüğümüze kavuşabileceğimizi söyleyebilirim.Bu noktada vicdan devreye girmiş olur.
“Başkaldırmış kişi kendisi için belirli bir özgürlük ister kuşkusuz, ama tutarlı bir kişi ise başkasının varlığını ve özgürlüğünü haketme hakkını hiçbir durumda  istemez.Alçaltma herkes için ister istediği özgürlüğü, yadsıdığını herkes için yasaklar.Efendiye karşı çıkan köle değildir yalnız, efendi ve köle dünyasına karşı çıkan insandır da.”

Yorumlar

Yorum Gönder

Bu blogdaki popüler yayınlar

Saussure'ün Dil Anlayışında Yaptığı Dönüşüm

   SAUSSURE’ÜN   DİL ANLAYIŞINDA YAPTIĞI   DÖNÜŞÜM VE ETKİLENENLER   Modern yapısal dilbilimin kurucusu ve bu nedenle yapısalcılığın babası sayılan İsviçreli dilbilimci Saussure, 26 Kasım 1857’de Cenevre’de doğdu. Saussure’ın çalışmalarının devrimci niteliği, ölümünden üç yıl sonra, 1916’da bazı eski öğrencilerinin derslerinde   aldıkları notlara dayanan bir kitap yayınlamaları sonucunda ortaya çıkmıştır. Saussure’ın düşünceleri Avrupa dilbiliminin gelişmesine etkisinin yanı sıra, sosyal bilimlerde yaygın bir düşünce akımı olan yapısalcılığın doğmasında da oldukça etkili olmuştur. Saussure’ün dil anlayışında önemli nokta , Saussure’ün dil bilimini insan bilimi içinde tanımlıyor olması. Saussure için genel bir psikoloji var iki dala ayrılyor: Sosyal psikoloji ve Psikoloji(bireysel).Saussure aynı zamanda “dil ile söz” arasında ayrım yapar.Burada dilin kendisi ile o dilin konuşma ediminin birbirinden ayrı olduğunu aynı zamanda birbirine bağlı olduğunu...

Kadın Felsefeciler

KADIN FELSEFECİLER Kadınlar tarih boyunca birçok alanda olduğu gibi felsefe alanında da görmezden gelinmiş; yaptıkları çalışmalar yok sayılmıştır. Orta Çağ boyunca ise bir biçimde bilim ya da düşünce ile uğraşanlar ise cadılık ve büyücülük yapmakla itham edilmişlerdir. Bunun yanı sıra ahlâksızlıkla suçlanarak itibarsızlaştırılmışlardır.   Tüm bunlara karşın kadınlar da düşünce alanında eser vermişlerdir. Batı felsefe geleneğinin gövdesini oluşturan eski felsefecilerin büyük çoğunluğu, kadınların erkeklere göre daha az rasyonel olduğuna inanmaktaydı. Ve kendi rasyonalite ideallerini de, akıllarında erkek özelliklerini ve paradigmalarını tutarak formüle etmişlerdi Sahip olduğumuz kadınlık ve erkeklik idealleri ve kavramları, egemenliğe ve iktidara dayanan yapılar içinde oluşturulmuştur. Ve erkek-kadın ayrımının kendisi de betimleyici nötr bir sınıflandırma ilkesi olarak değil, bir değer ifadesi olarak kullanılagelmiştir. Erkeğin üstün tutuluşu, felsefe ta...

STOACI AHLAK FELSEFESİ

Uzun yüzyıllar boyu temel ilkelerini değiştirmeden varlığını sürdürmüş olan Stoacılık usçu, maddeci, heptanrıcı bir felsefedir. Okulun kurucusu Kitionlu (Kıbrıslı) Zenon’dur. Atina’da Stoa Poikile denilen revaklı bir galeride dersler veren Zenon felsefeyi “tanrısal ve insani şeylerin bilimi” olarak tanımlıyordu. Onun öğrencisi Assoslu Kleanthes eski bir boksördü, geceleri bahçeleri sulayarak ekmeğini kazanırdı. Zenon’dan sonra okulun başına geçti. Onun ardılı Soloili Khrysippos’dur. Onun ölümüyle Eski Stoa dönemi kapanır. Orta Stoa’nın iki önemli filozofu vardır: Rodoslu Panaitios ve Apameialı (Suriyeli) Poseidonios. Asıl önemli olan İmparatorluk Stoasıdır. Bu dönemin iki büyük filozofu vardır: Hieropolisli (Frigyalı) köle Epiktetos ve Roma imparatoru Antoninus Augustus Marcus Aurelius. Stoacılar felsefeyi mantık, fizik ve ahlak olmak üzere üçe ayırdılar. Herakleitos gibi onlar da değişimin temeline belirleyici bir güç olarak Logos’u koydular ve gene onun gibi Ateş’i ilk ilk...